31 Temmuz 2009 Cuma

4

Suat Mamat (Eski Beşiktaş, Galatasaray, Vefa oyuncusu) teknik direktörü olduğu Kırıkkalespor takımını sadece 4 profesyonel oyuncu ile şampiyon yapmış ve birinci lige çıkarmıştır. Profesyonel olmayan oyuncuların çoğu mevsimlik olarak Kırıkkale'de bulunan ve Devlet tarım ofisinde çalışan yükleme işçileriydi.

Dip-not: Suat Mamat Türk Milli takımının Dünya kupası tarihinde ilk golünü atan kişidir.

Football Quotes #21

"Maybe not goodbye, but farewell.*" Sir Bobby Robson

Fulham'dan ayrılıp Kanada yolunu tuttuğunda bu lafı edip üstüne "Soyunma odasındaki tebeşirlerden biri kırıldı" demişti Robson. Bu sefer tam altı kere kanseri yenip yedincisinde dayanamadı adadaki lakabı ile; "Koca oğlan".

Bobby Robson futbol tarihinin en ilginç orta saha/forvet oyuncusu değildi belki de. Zamanında oynadığı futbolun karşılaştırdığı coğrafyada ve güneyince ondan daha iyi oynayan, oynatanlar vardı. Birgün Fulham'dan ayrılıp West Bromwich yolunu tuttuğunda "Benim futbol oynama nedenim boyacılıktan daha fazla para kazanmaktır. Görüyorum ki kulübümün paraya ihtiyacı var..." deyip ardındaki "bayrak adam" ünvanını hiçe sayan bir kişiliği olsa da, yolu yine de Fulham'a düşünce "Tüm Craven Cottage'i boyayacak kadar Fulhamlıyım" diyebilecek kadar çapraz kişilikli bir futbol adamıydı.

60'lı yılların, bilhassa ada futbolunun o dönemki meşhur oyuncuların alkol takıntısı olduğu gibi Robson'un da tek takıntısı Brandy idi. Ancak bu takıntı onu daha çok meşhur edebilmesi içindi. Antreman sonrası bilerek bir kadeh Brandy içip foto-muhabirlerinin karşısına çıkmak onu o dönem yücelten bir alışkanlık olarak görülürdü.

Belki bu durum sizlere garip gelmiş olabilir. Ancak, soğuk savaş sonrası oluşan Televizyon medyası/ikon yaratma düşüncesinin bir elemanı idi Robson. Ne kadar aykırı olursa o kadar ünlü biri olacaktı Robson. Hatta rivayetlere göre antreman sahasına geldiği an Bentley marka arabasının kapılarını o antreman sahasında iken arabasına bayan hayranları girmesi için kitlemezdi denilir. Belki bu, psikolojisinin oluşturduğu "Çapraz kişilik" mefhumunun sebebidir, bilemeyiz.

1967 yılının sonlarında Direktör olarak gittiği Kanada'nın Vancouver Royals takımında forvet mevkisinde kimse olmadığı için kendisi oynamıştır. Futbol tarihinin kayıtlarında oyuncu/teknik direktör görevi alan belki de ilk isimdir bunu pek bilemiyoruz. Ancak ilerleyen yıl sonunda tekrardan İngiltereye dönmüş ve can-ı gönülden sevdiği Fulham'a bu sefer menajer olmuştur; Sadece iki aylık.

Fulham'dan kovulduğunda ömründe verdiği ve sadece ikisinde haklı olduğu kanseri yenme sözü ve bir daha Fulham'a gelmem sözünü ayrılırken vermiş ve ayrılırken sadece şunu söylemiştir;

"Maybe not goodbye, but farewell."

Barcelonaya gittiğinde portföyünde adadan çıkabilmiş, kişiliğini yırtmış bir Teknik direktör portföyü çizen Robson böyle bir adam olmasa da, takımının yenildiği Bilbao maçından sonra, takımın huzursuz olduğunu ve bunun kendisine etki ettiğini sorgulayan bir basın muhabirine "İskoçya'da bahar oldu şimdi, göller bölgesinde bir evim var. Olmazsa takımımı bu hafta orada kampa alabilirim" dediğinde nüktedanlıkla verdiği cevabı belki de gerçek oluyordu. Barcelona yönetimi Robson'un kanserini bahane göstererek onu İskoçya'ya yolluyordu.

Robson ise bu sefer "Maybe not goodbye, but farewell" demiyordu. Ancak "Sen aslında bunu hak etmiyorsun yani tercümanlığı" dediği Jose Mourinho'ya ertesi gün oyunculara taktik verirken görünce "Ben kiliseye gelmiş yaşlı kanser hastalarını motive edebilirisin, bu işte iyi olabilirsin demek istedim" demiştir.

Sonrası Newcastle yılları. "Newcastle adamı kanser eder" lafı ne kadar mecazi dursa da Robson için işlevseldi. Robson ada'nın kuzeyinde kansere tam üç kere yakalanmış ve yenmişti. Newcastle'dan ayrıldığında bu sefer kendisi bahane öne sürüyordu; kanserini.

Sir lakabını aldığı Kraliyet'de ona artık ilgi duymadığı için İrlandaya oradan Galler'e taşınan Robson bugün öldü. Üstelik "Maybe not goodbye, but farewell" diyerek. Güle güle koca adam.

*Belki güle güle değil, fakat elveda.

30 Temmuz 2009 Perşembe

Old Fashioned Football Shirt Company; Parma 1968

Dip-not; Seksenli yılların sonunda başlayıp doksanlara kadar süren, yönetim&yönetim anlayışı konusunda metamorfik hareketler geçiren Parma kentinin asil çocukları Ennio Tardini'de başarılı olamayınca malumunuz hiç hakketmedikleri yerlere geldiler. İşin bir de siyasi yani var. Hiç olmamış kabul edilen(!)

Bilmem dikkat ettiniz mi ancak, belli bir dönemin sağ görüşlü ülkelerindeki kulüplerin formaları bizim "Sünet çocuğu" diyebeileceğimiz "Maşallah" dövizi gibi formalar giymiştirler. Arjantin, İtalya, Almanya'nın bir çok kulübünün 65-75 arası formalarına baktığımızda bu dizaynı görebiliriz. Sağ görüşlü kulüplerin aşağıya inen çizgileri sağdan sola, sol görüşlü kulüplerinki ise tam tersi olmuştur. Hayır, bu bir tür şirket (Adidas, Puma) politikası değildir baştan söylemek lazım.

2007-2008 sezonunda mafya babası(Tonnado Family) Massimo Allegri'nin Parmayı kurtarmak için kendi cebinden 15 milyon Euro vermesi bir tezahür değildir nitekim. Mafya-Hükümet-İdeoloji üçgeninde Parma kentini solculara kaptırmak istemeyen Milliyetçi partisi Parma ligden düşünce kendine yeni bir rota belirlemiş ve bu rotayı belirlemek için Cagliari yolunu tutmuştur.

Massimo Allegriye de piyangodan Cagliari başkanlığı verilmiştir.

Stade Du Heysel

29 Temmuz 2009 Çarşamba

Cenabet Adamlar Atlası Ep8

Bu atlası doldurmak hem kolay hem de zevkli esasında. Çünkü bu oyunun kazanı ne kadar konuşulsa da kaybedeni atlasın köşesinden tutunup kendine yer ediniyor bir şekilde.

Çünkü Leroy Rosenior, teknik direktörü olduğu kulübündeki kariyeri sadece on dakikayı buluyor.

Leroy Rosenior Torquay United kulübü ile anlaşıp imza attığı sıra Mike Bateson adlı şahıs kulübün %51 hisseni satın alıp kurulan konsorsiyumda hak elde edince otomatikmen yönetimi de ele geçiriyor. Ve yaptığı açıklamada teknik direktör olarak Leroy Rosenior'u istemiyor. Bahaneside hazır; "Reading'de oynarken taraftarımıza saldırmıştı" diyor. Gayet tabi, Rosenior bunu kabul etmiyor. Anında istifa ediyor.

O gün adanın batısındaki Torquay kentindeki yollarda soğuk su satan çocuklar evlerine mutlu dönüyor.

Enstantane #10

1905

Geçen gün futbol tarihinin bilinen ilk uluslararası maçının tarihi ve anektodu üzerinde durmuştuk. Bu kez tarihler 1905'i gösterdiğinde futbol, ada dışına çıkıp bir uluslararası maça şahit oluyordu; Fransa- İsviçre.

Yaklaşık 30 yıllık bu süreçte futbolun yaz şampiyonası olarak gösterilen ve İngiltere, İskoçya, Galler, İrlanda'nın(henüz bölünmemişti) kendi aralarında oynadığı ve sürekli İngiltere'nin galip geldiği maçlardan sonra 1905 yılında Fransa ve İsviçre sadece cephede bekleyen askerlerini formda ve moralli tutmak için böylesi bir olaya girişmişti. Fransa karşıtı, İtalya yanlısı İsviçreli halk hazırlık maçı olmasına rağmen bu maça savaş gözüyle bakınca futboldan beklentiler üst düzeyde olmuştur.

Maç sonrası, maçı düzenleyenler bu olaydan para kazanacaklarını anlamış olacaklar ki, diğer sene daha üst düzeyde şampiyona düzenlemişlerdir. İtalya ve Belçikanın da katılımıyla "göstermelik" şampiyona düzenlenmiş, finalde İngiltere ile berabere kalan Belçikayı yenebilmek için bankerler hakemlere "yazı-tura" atma seçeneğini önermiş ve paranın tura yüzü Belçikayı güldürmüştür.

Ama o gün tam 6 yazı-tura atılmış ve sonunda İngiltere şampiyonayı kazanmıştır.

Futbolun içindeki bugünlerdeki endüstriyel gelişmeyi görüp "Eskiden böyle değildi, yazıklar olsun Endüstriyel spora, futbola" diyenler sanırım yine "Boş lugâtlı sosyalist manifestoyu" tersten okuyorlar.

Çünkü Endüstriyel gelişmenin ana-metası para futbolu geliştirmiş ve ondan birgün para kazanacak hamleyi başarı ile tamamlamıştır.

Tıpkı sirk işinde para kalmadığını görüp işçilere futbol maçı yaptıran İngiliz bankerler gibi.

Saygı duymak lazım.

Swansea Town F.C. 1949

28 Temmuz 2009 Salı

Hall of Shame Ep5

Bölümün yeni konuğu Wayne Routledge. Gönül isterki sizlere önceki dönemlerdeki transfer hataları ve hikayeleri anlatayım. Ancak açıklanamayan yahut halihazırda var olmayan bonservis ücretleri sayesinde yapamıyorum. Örneğin, Wliiam Dixie'nin bonservis ücreti bir yerde 20 ayakkabı iken bir yerde babasına 15 dönüm arazi verildiği. Kariyerinde de bazı hatalar mevcut olmadığı için bu bölümde güncel, daha doğrusu 8-10 senelik mazilerden faydalanacağız. Konuya dönelim.

2001 yılında Arsene Wenger oyuncu izleme heyetini Routledge'ı izlemek için yolladığında, heyet müthiş bir raporla dönüyor. Raporda deniyor ki; "Bu çocuk gerek hızı ile gerek bitiriciliği ile Ljunberg'den-4 ay sakat- boşalacak bölgeye ilaç gibi gelir." Wenger ise lig bitiminde kendisine gelen kasetleri izlediğinde Newbury'den iki oyuncu ve pilot kulüpten bir -Southampton- oyuncu alıyor. Bunların arasında Walcott da var.


O dönem Arsenal'in Fransadaki oyuncu izleme komitesi başkanı olan Damien Comoli Tottenham'a oyuncu koçu olduğunda Glenn Hoddle'a gidip Theo Walcott'dan vazgeçmesini, çünkü oyuncunun yaş ve fiziki olarak çok yetersiz olduğunu belirterek "Arsenal'in ısrarla istediği bir oyuncu var. Onu size de öneriyorum" diyor. Glenn Hoddle gidip Routledge'i izliyor.

Ancak Arsenal hızlı davranıyor ve Walcott'un da aralarında bulunduğu toplam dört oyuncuyu bonservisi ile verip Routledge'ı istediklerine dair bir paket hazırlıyorlar. Ancak bu oyuncuların yaşları ve okul masrafları yüklü olduğu için Crystal Palace bu teklifi kabul etmiyor.
Newcastle ile birlikte son dönemlerde İngilterenin oyuncu öğütme merkezi olan Tottenham kulübü 4.5 milyon pound+ 2 genç oyuncu kiralama şartıyla Routledge'ın bonserivisini alıyor.

Routledge Tottenhamdaki 4 senelik kariyerinde yaşı 20'yi geçmesine rağmen hep genç oyuncu muamelesi görüyor ve toplamda beş teknik direktör görüyor. Dahası, 4 senelik Tottenham kariyerinde 3 hazırlık 1'i F.A Cup maçı olmak üzere sadece dört maçta oynuyor. Sonrası malum. Kiralık yılları ve kariyerinin bitişi anlamına gelen Championship yılları.

Wayne Routledge Tottenham'a dört yıl boyunca yaklaşık 12 milyon euroluk bir yük bindirirken Damien Comolli ve başta Glenn Hoddle soğuk su içmekten boğazları şişerken, bugün Walcott'un bonservisine 18 milyon pound değer biçiliyor.

1938

Bazı kaynaklarda 1941 yılında F.A'in kararları neticesinde formalara numara koyulduğu söylense de, futbol formalarına ilk kez numara koyan kulüp West Ham United kulübüdür. Ancak bunun sebebi ne 10 numara takıntısı ne de 7 numara kültürüdür. Formalarının sürekli çalınmasından şikayetçi olan Thames Ironworks şirketinin işçileri kendi imkanları ile formalarının arkalarına numara dikmiştir. Bu dikim esnasında "10 numara kavgası" yaşandı mı şimdilik bilemiyoruz, büyük bir ihtimalle de öğrenemeyeceğiz.

Taktiksel; Rüzgar gülü

Hasbelkader, futbolu teknolojik bir gelişme doğrultusunda düşünsek4-3-3 bu teknolojinin bugün geldiği son noktadır. Adına Rüzgar gülü denilen bu taktiğin seçim revansı olmadığını düşünürsek, elbette Total futbolun bir ürünü olduğunu görebiliriz. Yani 4-3-3 arafta olan bir taktik değildir, seçimdir; Teknik direktör seçimi.

Van Basten'li Ajax'ın bugün Utrecht'de bu konuda kitap yazdığını, daha doğrusu bu kitaba konu olduğunu bilsek dahi bu sistem, ne total futbolun ne de Brezilyalı oyuncuların karakteristik ürünlerinin sonucudur. Bunlar, bir çeşit kötü/iyi yanı kapamadır.


Birmingham'da insanlar takımın deplasmanlarda çok puan kaybettiğini düşünüyorlar. Ama takım için benim yapabileceğim fazla birşey yok. En azından şimdilik böyle gözüküyor. Ben Gabriel'i(Aglonbahor) sırf hızlı olduğu için sağ kanat oyuncusu gibi oynatırsam belki başarılı olur. Ama ben onu ve dolayısı ile kendimi aldatmış olurum. O şimdi Ashley Young ile mıknatıs gibi iki uçlu olarak forvete yardımcı oluyorlar. Ama ne forvetler, ne de orta sahalar. Biliyorum, birgün herkes 4-4-3 oynadığında biz deplasmanda daha çok puan toplayacağız
. Martin O'neill

Martin O'neill takımını mart ayı öncesinde şampiyonlar ligi potasına koyduğu zaman değil de çıktığı zaman mart ayının sonlarına doğru BBC Sports'a böyle konuşuyor. Belki de işin olumlu yanına baktığı söylenebilir, belki. Ancak su götürmez bir gerçek vardır ki, o da 4-4-3 oyun sisteminin bir çeşit zorunluluk olduğudur. Çıkıpta "Aglonbahor'un ne santrafor özelliği ne de orta sahanın sağ tarafında oynayacak meziyeti var arkadaşım, özür dilerim bunun için" demesini beklemek, 4-4-2'nin milli bir dava olduğu İngiliz denizinde onların sonarsız denizaltı olduğuna dair benzetmesini yapmaktan daha zordur.


Bugün rüzgar gülü taktiğinin Santos ve Palmeiras'ın 80'lerin sonundaki meşhur 4-2-2-2 taktiğine benzetmek yine bu yönde bir hatadır. Brezilya'da oynayan yahut yetişen oyuncu profiline bakıldığında bu taktiğin bu oyuncu profili ve meziyetini kapamak, örtmek için yaratılmış bir sistem olduğunu bizlere nitekim açıklayabilir; bu araftaki Rüzgar gülünü.


Kim ne derse desin 4-3-3 şu an oynanan futbolun en "civa" ve en "akışkan" taktiğidir. Bugün elbette başarılı olan takımların bu taktikle şampiyonluk/kupa sevinçlerini yaşadığını görsek de, yeryüzünde oynanan en güzel oyunun bu taktikle kendini perçinlediğini görsek de 4-3-3 bir araçtır, amaç değil.


Bugün Liverpool'un -Menajer stili dışında- son beş senede yaptıkları transflere bakıldığında Rafael Benitez'in bu taktiğe sığınmamak için yaptığı ve dolayısı ile havaya attığı paraları görünce, ister istemez 24 senedir kadro gereği klasik İngiliz tertibi ile oynayan Liverpool için acaba bir rüzgar gülü mü gereklidir? diye sorası geliyor insanın.


Merseyside'da kuzeyden iyi rüzgar alır hani(!).

Shankly'nin Şarap Kadehi

Liverpool'un kötü günlerinde kulübe bir gazeteci geldiğinde "Yarınlar ne getirecek?" diye soruyordu Shankly'e. O da dönemin ünlü grubu Beatles'dan esinlenerek; "Manchaster bugün Avrupa şampiyonu olmuş olabilir ama yarının bize ne getireceğini bilemezsiniz" demişti. Kazanma kültüründen yoksun olmayan bu adamın kulübü yıllar sonra Avrupa şampiyonu olduğunda "O yarın size Avrupa şamiyonluğunu getirdi değil mi Shank?" sorusuna çok net olarak ; "Hayır, Bir kadeh şarap ve hafif bir sarhoşluk" demiştir.

Kazanma kültürünün dünü, bugünü, yarını yoktur.

William Shankly
Born Glenbuck 2/9/1913
Died Liverpool 29/9/1981

24 Temmuz 2009 Cuma

Bad and Ugly Ep6

Güzel oyunu oynayanlarla taraftarlar arasında her daim bir bağ oluşmuştur. Hatta taraftarlar bu bağı yaklaştırmak için oyunculara "Çirkef, Çirkin, Deli, Playboy" gibisinden daha bir çok türetilecek lakaplar takılmıştır. Kimi bunu kabullenmiştir, kimi de kendine yedirememiştir. Örneğin, Alan Shearer. Kendisine "Su Aygırı" lakabı takıldığında taraftara küsmüş, ligin sonlarına yaklaşıldığında Şampiyonlar ligi ufukta gözüktüğünde taraftara Alan'ın kalbini kazanmak için Newcastle'ın kuzeyinde bulunan 39 metrelik "Kuzey kızı" heykeline Alan Shearer forması giydirmişti.

Ancak konu Alan Shearer olmadığı gibi, güzel de değil bölüm gereği. Çünkü Edmundo'dan bahsedeceğiz. Lakabı "The Animal" olan Edmundo'dan.

Edmundoyu 1998 Brezilya kadrosundan hatırlayacak olanlarınız vardır belki de. Pasarella tarzı ile Van Basten çevikliğini birleştirdiğimizde belki bir Edmundo eder, belki. Ama onun oyun karakterinden bahsetmez isek.

Uzun uzadıya yazmak değil niyetim. Edmundo, Palmeiras'da oynarken Sao Paolo maçında oyuna giren üç oyuncuyuda sakatlayarak maçı bitirmiştir. Üstelik sarı kart bile görmeden. Ha keza bu youncuları bilerek sakatlamasından dolayı taraftarlar ona "The Animal" lakabını takmıştır. Ama Edmundo bu lakaptan zerre gram üzüntü duymamış, psikolojisi bozuk travma belirtisi geçiren bir insan gibi yaşamını bir maymunla devam ettirmiştir.

Palmeiras'da oynarken takım arkadaşını tırnak makası ile yaralayan Edmundo, bu olaydan sonra Jet hızı ile Flamengoya transfer olmuştur. Flamengo'ya transfer olan Edmundo"The Animal" alkollü iken kaza geçirip üç kişinin ölümüne sebep olmuştur. Yani tüm bu yaptıkları bu bölüme girmek için yeterli.

Yazıyı sonlandırıken, Edmundo'nun Napoli'den kovulurken Santos'a kiralanması sırasında futbol kitaplarına geçecek kadar komik bir olay yaşanmıştır. Çünkü Edmundo bir bar kavgasında Barrigli ailesine mensup bir mafya babasının oğlunun kafasında votkayı kırıp Rio'ya ağzı yüzü dağılmış şekilde dönmüştü.

8 ay, 3 kişiyi kazada öldürdüğü için hapiste yattığını söylememiş olayım, bari .....

Not: Bu bölümün gelecek yazısı Duncan Ferguson olacak, sopaları hazırlayın.

1872

Futbol tarihinin ilk bilinen Uluslararası müsabakası İngiltere ile İskoçya arasında oynanmıştır. Ve tarihi 1872'dir. Gerek interaktif gerek yazılı kayıtlarda bırakın bir fotoğraf, maçın hangi gün oynandığı bile resmi değildir. Ancak sonraları General Sharwd'ın günlüğünde maçın 13 mart'ta oynandığı belirtilmiştir. Bu maç ile ilgili değil ancak İskoçya takımını o dönem ki oyuncularından W.Henry Gladstone'nun (Fotoğrafta en solda) 1875 yılında Accrington'daki trensoygunculuğunda adı geçmesi üzerine hapishanede 6 yıl kaldığı bir çeşit anektod değil, bu maçın oynandığı tarihin ne çeşit bir kurguda olduğunu bizlere gösteriyor.

Football Quotes #20

"...Tabi o zaman telefonla zart-zurt bir yeri arayamıyorsunuz. Ben bunu bizzat akşam aradım Nilüfer postanesi üzerinden. Buyur Sanlı abi dedi Vedat. Bak dedim oğlum, Necipgil (Gs) seni istemeye gelecekmiş çık git Gemliğe falan, kaybol ortalıktan dedim. Bu, tabi emredersin abi dedi. Lakin, aradan bir hafta geçti Vedat'dan haber yok. Orayı arıyoruz, buraya soruyoruz, yok Allah yok. Birgün Bizim kulüpte rahmetli Sezer abi var, böyle kağıt işlerine falan bakıyor. Heyecanlı heyecanlı yanımıza yaklaşıp bizim yaramazı buldum, Gemlikteki Devlet çiftliğinde kalıyormuş dedi. Hemen yanımıza İbrahim abiyi (Erzurumlu İbrahim) alıp basıyoruz Gemliğe. Gittik oraya oradaki çiftlikde baya büyük. Ne görelim! Vedat bir elinde domates almış ağacın dibine oturuyor. Vedat olum sen manyak mısın? Galatasaraylılar bizimle anlaştı deyip duruyor dedim. Yok abi estağfurullah dedikten sonra "Abi yanıma para almayı unutmuşum, akşam buradan otobüs geçiyormuş, ona binip Bursaya giderek haber verecektim size" dedi bu. Tabi biz şaşırdık, Hele Sezer abi ile bir göz göze gelmemiz var ki anlatamam. Yahu adam resmen hippiye dönmüştü saç sakal karışık. Ulan oğlum hadi otobüs seni almasaydı yürüyerek mi gelecektin İstanbul'a diye sordu İbrahim abi. Gelirdim abi n'olacak sporcuyuz biz dedi. O akşam Vedat'a imza attırdık Teşvikiyedeki başkanın evinde." Sanlı Sarialioğlu

Vedat kaptan'ı kaybettik malumunuz. "Shekspeare ölünce etrafta ağlayan edebiyatçı oldu herkes, hemde baharın ortasında" demiş Bardner. Varsın, biz ağlak olalım baharın ortasında; Vedat abi gibi birinin bir daha gelmeyeceğini düşünerek.

Omar Sivori

Omar Sivori ve arkasında yarattığı futbol'un mülteci(!) akımı futbol tarihinde Bosman kadar bir mihenk taşı görevi görmez belki de. Ülkesindeki baskıları görmezlikten gelmeyip İtalya'ya kaçan Sivori, bu sefer Ülkesindeki sıkıntılara benzemeyen faşist baskıların futbol üzerinde küçük fareler gibi cirit attığı İtalya'da bir süre oynadıktan sonra İtalyan vatandaşlığına geçtiğinde kariyerinde belki debir hedef kalmıştı; Milli takıma seçilmek.

Nitekim İtalya milli takımı ile Dünya kupası Play-off karşılasması için kadroya girdiğinde kendisinin söyleyemediği ama Fifa'nın farkettiği bir durumla kadrodan çıkarılmıştı. Çünkü Sivori, Arjantin Milli takımında oynamasa da kadroya bir kez çağrılmıştı. Fifa o an belki de sırf Sivori için ama hiç değişmeyen ve bugün bile geçerliliğini koruyan Milli takım adaylığı kuralını çıkarmıştı. Sivori bu yüzden dört sene Arjantin Milli takımı formasını, daha sonraları İtalyan milli takımı formasını giymişti. Yıllar sonra, bu durumu bildiği halde neden böyle davrandığı sorulduğunda;


-"Çok korkmuştum" demişti Sivori. Kimden? diye tekrar sorulduğunda "elbette" hiçbir cevap verememişti.

Futbolun üzerinde kabus gibi duran "siyasi baskılar" yıllardır futbola zarar veriyor. Ama buna kimse dur demiyor. "Hakemin bitiş düdüğü" aslında bir bitiş değil, değirmenin suyunu çevirmeyi devam ettiriyor.

Old Fashioned Football Shirt Company; Ajax 1978

Dip-not: Ajax'ın bu formayı Protestan milliyetçiliği adına giydiği (Bkz: Protestan Ruhban Bayrağı) çokça bilinen bir şehir efsanesi gibi gözükse de Rotterdam kulüpleri ile arasında sıkı rekabetin sebebi bu mesnetsiz iddiaların bir ürününden başka birşey değildir. Keza, Ajax'ın bugünkü futbol okullarına kaydolan gençler, tesislerin içindeki okulların içerisinde Protestan kültürü ile (Hollanda yahut Belçikalı olsalar dahi) yetiştirilmesi bugün Türkiyede de görülen vakıf/vakıf kültürü olan liselerdeki eğitime benzetebiliriz. Yani bu iddia da Ajax'ın bu formayı giymesi için yeterli bir delil sunmamaktadır. Dip-not'u uzatmak istemiyorum ancak, Ajax'ın Bilbao ile birlikte formasının dizaynını hiç değiştirmemiş iki kulüp olmaları ve dahası, birbiri ile alakası olmayan bu iki kültürün tek benzer yanının iki göz-iki kaş olması değil de iki protestan kurucu tarafından faal hale geldiğini bilmemiz yeni bir şehir efsanesi olma yolunda adım attığımıza dalalet değil elbette; çünkü hala tartışılıyor.

Nicknames; Garrincha

Futbol oyununun "vefasızlığını" baş gösterdiği an, örnek göstermeksizin ilk akla gelen isim Garrincha'dır. Umuyorum ki bu blogda onu ve kariyerinin başa çekildiği bu vefasızlığı ve herşeyden öte futbol oyununa yön veren stilinden uzunca bahsederiz. Ancak bölüm gereği asıl ismi Manoel Dos Santos olan bu oyuncunun mahlasının nereden geldiğinden bahsedeceğim.

Babasız büyüyen Dos Santos çocukluğunda aşırı hiperaktif olduğundan dolayı büyükbabası onu bu aksiliğinden bünyesini hafif serinletmek amacı ile kuşlardan korkutur. Giderek büyüyen Garrincha, futbola merak salma yaşını geçtiği halde dahi bu korkusu onun için artık fobi olmuştur. Rivayetlere göre birgün okuldan dönen Dos Santos evinin kapısında kuş gördüğü için iki gün eve girmemiştir.

İşte böyle bir fobinin ortaya çıkardığı bu futbol kişiği, Corinthians genç takımında oynarken Botafogo'ya transfer olduğunda takımda oynayan Ribero Dos Santos( Ribero) ile isimleri karışmasın diye kendine bir mahlas takmıştır. Bir takım rivayetlerde ilk mahlasının Garri olduğu, ancak sonraları Garrincha lakabını kullandığıdır.

Ha keza, söylemeden geçersek daha doğrusu belirtmeden geçersek olmaz: Garrincha bilhassa Bolivya'da yaşayan bir kuş(!) cinsidir.

13 Temmuz 2009 Pazartesi

Enstantane #9

1987 yılında Aberdeen taraftarları polis nezaretinde Celtic ile yapacakları maça götürülüyor. Götürülüyor götürülmesine de, ben Guinness malt içecekleri firmasının müdürü olsam yukardaki panoyu söker bu fotoğrafı yapıştırırdım; ki değilim.

Bad and Ugly Ep5

Bu bloğa iki-üç dakika ayırmış birisi yazılardan dolayı bloğun konseptinde "iç hatların" olmadığını kavrayabilir, kabul. Ancak bunun sebebi halihazırda bilinen bir yığın verinin tekrar ortaya atılmaması için. Yoksa ömrümüz ve blog yazma şevkimiz olduğu sürece Baba Hakkı, Lefter gibi efsaneleri yazmaz isek ayıp.Tıpkı Alpay Özalan gibi.

Oturup vicdanımızla yüzleşince Alpay'ın bu bölümde yer almayı fazlasıyla hakketiğini görebiliriz.

Alpay'ın oyun sitilini tekrar tekrar hatırlatmaya gerek yok. Onu ve oyun stilini anlamamız için gayet tabii 90'lı yılların başında içi kokmuş Çekoslavak defans kurgusunu ve stilini de anlatmamıza gerek yok. Çünkü Alpay her kulüp yönetimi ve teknik kadronun bugün bile isteyeceği türden bir oyuncu idi. İtalyanların sert ama kıvrak zeka kombinezeli defans anlayışı ile tipik Çekoslavak defans anlayışını harmanlamış garip bir oyuncuydu Alpay.

Kabul, onu Alpay yapan ve dahası "Aston Villalıktan" çıkaran şey de aynıydı. Alpay teorikte milliyetçi ama pratikte profesyonellikten uzak bir oyuncu idi; futbol sahasında bunlara hiç yer/zaman yokken üstelik.

Bir düşünün; Les Ferdinand Beşiktaşta oynarken farz-ı mahal milli maçta herhangi bir Türk oyuncusu ile gereksiz bir diyalog/sataşmaya girsin; Ve bu olay üzerine bir de tepkimizi.

Tabi olay bu değil. Alpay Özalan'ın kariyerindeki defans mentalitesinin bugün konuşulmamasının sebebi aslında bu olay bile değil. Alpay'ın Aston Villa kulübünün her yıl düzenlediği "Thanks God for Giving" gecesinde kesilen Hindi Rosto'nun ilk dilimini takım arkadaşı Gareth Barry'den alması onun sonu oldu.Çünkü bizzati tanıdığımız Alpay o geceyi de kavga çıkararak zehir etti. Ha keza verilen bu ilk dilim artık bayağılaşmış Hindi/Turkey şakası değil bizzat o sene kaptanlığı alan genç oyuncu Barry'nin takım içindeki dengeleri sağlama almaya çalışmasındandı.

Futbol/futbolculuk sahte bir meslek. Belki Alpay dönemin kötü forveti Donalds'a kızıldereli biblosu verse takımda kalırdı. Çünkü Alpay'dan daha iyi bir oyuncu değildi Donalds. Belki Alpay takımın genç umuduna(Gareth Barry) kaya gibi çarptı; kariyerini mahvedeceğini bile bile.

16

Adada bilhassa Nottingham Forest taraftarları tarafından "Farmer's Loyalty" mahlası takılan Peter Shilton futbol hayatı boyunca tam 16 kulüp değiştirmiştir. (Bkz: Eironeia)

Middlesbrough F.C. 1949-50

Old Fashioned Football Shirt Company; Torino 1962

İtalyan futbol kültürüne ziyadesiyle aşina değilim. Ancak çeşitli ineraktif ortamlarda okuduklarımızla ortaya ilginç anektod ve veriler ortaya çıkıyor. Blogun bu bölümü için hazır bu formayı gösterime sokacakken hazırdaki anektodlardan birini yazaduralım.

Juventus kulübünün Torino kulübü üzerinde inanılmaz bir monarşisi vardı. Örneğin 1960 yılında Avrupa Fuar kupası mücadelesi için Fransaya gitmek isteyen Torino kulübünün otobüsünün havalandırmasına kültür mantarı tozu yerleştirerek oyuncuları hastanelik eden Bonnazoli(Turin Ace) mafyasının lideri Salvatore Moggi aynı zamanda hem Fiat'ın büyük hissedarı hemde Juve kulübünün stadyum hasılatının haraççısıydı(%35) o dönem.

Tüm bunları yazadururken bu formayla, Salvatore Moggi'nin ne alakası var diye sorabiliriz. Torino'nun 1962 yılında iç sahada giydiği bu formayı Juveli oyuncular 1961 sezonunda üçüncü forma olarak kullanıyordu. Bu olay Juventus tarafının Torinoya bir çeşit eziyet etme isteğinin bir ürünü müdür, yahut Bonnazoli ailesinin Torinoya verdiği bir ceza mıdır bunu bilemeiyoruz. Çünkü kayıtlarda yok.

Ama siz yine de tuttuğunuz takımın bu seneki formasının ezeli rakipninizin geçen seneki forması olduğunu bir düşününüz; bir yandanda Torinodaki bu ezeli rekabetin gücünü.

Football Quotes #19

"All these Viallis, Vieiras and Viagras. I don't know who they all are these days. I like names like Cullis and Wright*." Jack Haywards

1990 yılında Wolverhampton kulübünü alıp bir türlü satamayan ve bu durumdan kaba anlamla kazık yiyen Jack Haywards, bir basın muhabirinin "Bugünlerde Championship'de yabancı oyuncu sayısı sınırlandırılması konuşuluyor, sizin bu konudaki düşünceniz nedir?" sorusuna bu cevabı veriyor. Cevabın bu satırlarda yer almasının sebebi bu sözün futbol literatürüne birşeyler katmasından değil, sıkça takip ettiğim "alkislarlayasiyorum.com" jargonu ile bir futbol kulübü başkanının "mala bağlamasıdır". Olayı "fesatça" işlemek isteyen biri bu lafın altında "ırkçı" anlamlar dahi çıkarabilir. Ancak bu söz Jack Hawyards'ın ilk röportaj kazası değil.

Tıpkı "Bolton'u Boltonda da yenebiliriz" diyen Beşiktaşlı yönetici gibi F.A cup üçüncü raund maçından sonra takımının yenilip elendiğinin bile farkında olmadan ; "Milwall'u orada iki farklı skorla yenersek turu geçebiliriz. Henüz herşey bitmiş değil" demecini veren bir başkan söz konusu çünkü.

*Hepsi Viallis, Vierias, Viagras; bunların hiçbirini tanımıyorum. Ancak Cullis, Wright gibi isimlerden hoşlanıyorum.

Oi Va Voi - Refugee


8 Temmuz 2009 Çarşamba

Hall of Shame Ep4

Ali Dia. Bu arkadaşı yazmak bugüne nasip oldu. Çok ama çok garip ve bir o kadar komik bir futbol kariyeri vardır bu arkadaşın.

Öncelikle bu kişinin oynadığı futbol ile ilgili tek bir referans bir isim vereceğim: Ali Lukunku. Evet, sanırım biraz aydınlandık. Geçelim.

Ali Dia'nın transferi Southampton menajeri Souness'in tıpkı menajerlik oyunlarındaki gibi Southampton forveti olan Weah'a yanında mevkidaş olarak kimi istersin sorusu ile başlar. Weah : Benim Dijonda oynayan kuzenim var, yıllardır orada burada kiralık oynar. İsterseniz onu alalım gibisinden anlatınca Ali Dia'nın Southampton'a transferi hız alır. Ancak hikaye burada başlıyor.

Ali Dia ve bonservisinin sahip olduğu Dijon kulübü Southamton'a 2.2 milyon'a evet derken Ali Dia bu transferin ardından ülkesine yani Dakara bir köy düğününe gider. Ancak her ne olduysa bu düğünde silahlı çatışma yaşanır ve olayların içerisinde Ali Dia'nın adı geçer. Bunun üzerine Ali Dia'nın İngilterede futbol oynayabilmesi için geçerli olan çalışma izni iptal olur. Bonservis parasını kaptıran Southampton kulübü Ali Dia'yı İngiltereye turist vizesi ile getirir. Planları Ali Dia'nın elinde ayrıca bulunan Fransız pasaportunu iptal etmek ve yaşını 21'e düşürerek İngiliz hükümetine sığınma talep etmesini sağlamaktır.

Plan çok iyi işlemiştir. Ali Dia Southampton kulübüne yaklaşık 4 milyon pound masrafla transfer olmuştur.

Ligler başladığında ise Ali Dia Southampton kulübünde sadece 32 dakika görev almıştır. Ve dört ma sonra bonservisi karşılıklı feshedilmiştir. Ama hikaye burada da bitmemiştir.

Ülkesine dönen Ali Dia ayrıyeten sahip olduğu Fransız vatandaşlığından çıkarıldığı için Senegal'de havalanına girer girmez tutuklanıp asker kaçağı olduğu tespit edilmiş ve sekiz aylık zorunlu askerlik yapmıştır.

Ve birkaç yıl sonra Adaya dönüp tekrardan futbol hayatına devam etmek isteyen ancak başarısız olan Dia, en sonunda soğuk su işinde iyi para var deyip damacana işine girmiş olmalı.

Blackpool 1949

Enstantane #8

Komünizm'in mirası Asker-devlet'in dünyaya armağanı Partizan takımı ve bilahare kuruluş amacı Polis-devlet hükümeti tarafından kurulan, 90'lı yılların başında çok ama çok başarılı olan Crvena Zvezda(Kızılyıldız) arasında oynanan play-off maçında Partizan takımı taraftarları tabiri caizse truva atı yapıp Kızılyıldız tribününü ateşe atınca hepsi bir ağızdan bağırır: "Polis gelsin, sizi kurtarsın"

Hem kadrajda hemde ufukta polis gözüküyor gözükmesine: üstelik amaçları sigara için ateş istemek değil.

Gecenin sonunda kırık dişleri ile nezarethanede tutulan Partizan taraftarları aynen şunu söylemiş olmalı:

"O son birayı içmeyecektik".

Old Fashioned Football Shirt Company; Valencia 1977

Dip-not: Formadaki amblemin üstündeki yarasa o dönemde basılmamıştır. Bu forma editasyon olup, 80'li yılların sonunda şehrin yüksekliğinie atıfta bulunarak Los Ches(yarasalar) lakabını alan Valencia kulübünün formasının asıl rengi sarı-kırmızı-mavidir. Ancak 80'li yılların başında ayrılıkçı örgüt Eta'nın kendine bayrak rengi olarak sarı-kırmızıyı seçmesi üzerine kulüp formalarındaki renk tonlarını beyaz-siyah-turuncu olarak değiştirmiştir.

7 Temmuz 2009 Salı

Football Quotes #18

"Statistics are like miniskirts, they give you good ideas but hide the important things.*" Ebbo Skovdahl

Kopenhagen'ın belki de yetiştirdiği en delikanlı çocuğu Ebbo Skovdahl, Brondby ile 86-87 senesinde şampiyonluğa giderken Aalborg maçı öncesinde rakip forvet oyuncusunun(Erik Bo Andersen) gol krallığına gittiğine işaret eden, ve bu maçta bu oyuncuya özel önlemler alınacak mı diye soran muhabire bu cevabı veriyor. Kabul edelim, cevap çok nüktedan. Ancak şunu da belirtelim Erik Andersen bu maçta Skovdahlîn takımı yani Brondby'a tam dört gol atmıştır.

Maç sonunda Skovdahl, istatistikler pantolon gibidir, içinde ne olduğunu bilemeyiz gibisinden bir laf üretmiş olmalı. Tabi biz işin şakasındayız..

*"İstatistikler mini etek gibidir. Kafanızda güzel fikirlerin oluşmasını sağlayabilir. Ancak önemli şeyleri saklar." Ebbo Skovdahl

Taktiksel: Diamond

Bu yazı serisine yazdığımız ilk yazının hem görsel bakımdan hemde seyir zevki bakımından tam tersi işlev gören bir taktiğin tarihi ve kültürel yönünü ele almayaca çalışacağım.

Diamond taktiği, yani bizim buraların "baklavası".

Televole kültürü kendini uzun yıllardan sonra antreman sahalarından çekti çekeli, antreman sahasına baklava girer mi girmez mi bilemiyorum, bir şüpheyle yaklaşıyorum. Malumunuz oyuncuların laktak oranını bir hayli yükseltiyor. Ancak Diamond taktiği ne zaman karşıma çıkmış olsa, ne zaman duymuş olsam aklıma tesislere oyunculara baklava götüren taraftar profili geliveriyor.

Taraftarın verdiği gazla, bilakis yüksek kalori ile oyuncuların kendiliğinden sahaya dizildiğini düşünürdüm. Bizimkisi akıl yansıması. Olur öyle.

Nitekim "total football" metası 1940'lı yıllarda futbol sahalarına henüz yansımamış olsa da tebeşirli tahtada tabiri caizse "proje aşamasında" olduğunu biliyoruz. Bir kısım futbol ulemalarına göre Diamond taktiğini Brezilya futbolunun klasik 4-4-2'sinden türemiş sayılsa da, Avrupalı futbol ulemalarına göre Diamond taktiği Rinus Michels'in kanat bek mevkisinde oynayan oyuncuları oyuna müdahale etmesini öngördüğü ve şart saydığı, çoğu oyuncunun yerinde çakılı değil de sahanın birçok bölgesinde oynayabileceği, daha doğrusu hücum ve savunmada aktif rol oynayabileceği bir taktik yani Total Football ile geliştiğini savunurlar. Onlara göre Diamond taktiği Total football'ın bir alt uygulaması konumundadır.

Nitekim, Rinus Michels Fifa'nın 50.yıl katoloğuna ait hazırlanmış eski bir röportajında şunu belirtiyor:

" O dönem Ajax ile Şampiyonlar kulübünde yarı finale çıkmamız için Milan'ı 2-0 yenmemiz gerekiyordu. Ben kanat beklerimi kulübede oturtup kanat oyuncularımı sahaya sürdüğümde herkes bu bir intihar diye düşünüyordu. O dönem İtalyan ekiplerine karşı 4 orta saha ile çıkıp yenildiğiniz zaman insanlar üzülmezdi. Ama ben yine de 4 ya da 5 orta saha ile sahaya çıkacakken zemini kontrol ettiğimde sahanın ortası adeta buz pisti gibi olduğunu gördüm. Ve puromu yakıp düşündüm, Catenaccio Calcio yine kazanacaktı galiba. Bir süre sonra puromun yarısını söndürüp cebime koydum. Ve maç 3-0 bitti. Kumarım tutmuştu. Ben kumar oynamışken insanlar oynadığımız bu oyuna total football ismini koymuştu bile. Ben ise sevinçten puromun tersten yakmıştım...."

Şahsi kanaatim Diamond taktiğin her ne kadar dile getirilmese de Total Football mefhumunun bir ürünü olduğudur. Bugün bu farkı anlamamız ne yazık ki güçtür. Çünkü futbolun taktiksel analizi de kendisi gibi oyuncu bazlı ve bilimsel anaraktiflerden meydana geliyor.

Yani, klasik İngiliz tertibinin çıkış noktasını anlayabailmemiz için bu seneki Şampiyonlar ligi finalini izlememiz faide sağlamaz. Olayı anlayabilmemiz için 1950-1980 yılları arasında oynanmış üst düzey uluslararası müsabakaları izlememiz lazım. Örneğin: Çekoslavakya-Peru 1960

4 Temmuz 2009 Cumartesi

Devrimci Gol

İlerleyen zamanlarda bloğun efsanevi maçlar serisine muhakkak 3-6 biten İngiltere- Macaristan maçını yazacağız yazmasına da, Napolide oynayan Güney Amerikalı çocuğun Torino takımına gol attığında purolu fotoğraflarla "Şampiyonluğu getiren Devrimci gol" pozunu vermesine kimsenin kelamı ve aynı doğrultuda cevabı olamayacağını düşünür dururdum; Ferenc Puskas dışında...

"Uzun yıllar oynayınca bir dolu unutulmaz anıya sahip olabiliyorsunuz. 1953’te ingiltere ile Wembley’de oynuyorduk. Sağ kanattan penaltı noktasına doğru bir orta geldi; o an Billy Wright’ın defans bloğu oluşturmak için üzerime geldiğini gördüm ve ondan önce davranarak, topa aynen Budapeşte sokaklarında bir çocukken yaptığım gibi topuğumla vurdum. Kalede Gil Merrick vardı ve top onun yanından ağlara gidip gol oldu. O maçta aldığımız galibiyet(3-6), aynı zamanda İngiltere milli takımı’nın ilk kez kendi sahasında yenilmesi anlamına da geliyordu. O zamanlar komunizmle yönetilen ülkeme döndüğümde, topukla attığım bu gol için ‘devrimci gol’ adını vermişlerdi bile." Ferenc Puskas

0.91

o.91 sayısı Everton efsanesi Dixie Dean'in 12 sezon boyunca toplamda oynadığı 398 maçta eriştiği gol ortalamasıdır. Üşenip eline hesap makinesi alamayanlar için belirtelim: Dean 12 sezonda toplamda 362 gol atmıştır.

Nicknames; Lev Yashin

Futbol tarhinin envai birikimine karşın mahlasıyla anılan futbolculardan biriside Lev Yashindir. Önceki postları okuyan blog okuyucuları bu blogun halihazırda Lev Yashin fanatizmini ufaktan da olsa sezebilirler. Gayet tabi konumuz bu değil. Konumuz Lev Yashin'in "The Black Spider Ussr" mahlası ve bu mahlasın hikayesi.

İkinci Dünya savaşı sonrası Alman ordu takımı ile Rusya ulusal takımı arasında tabiri caizse buzları eritme görevi üstlenecek bir futbol müsabakası yapılması kararlaştırılır. Nitekim, maçın Macaristan'ın Budapeşte kentinde oynanması yönünde kararlar alındığında henüz bir doğu ekolu ve buna bağlı futbol sistemi olmadığından Alman Ordu takımı oyuncuları Rusyayı çantada keklik görmüş ve hatta Rus kalesini örümcekler örse dahi onlarca kez geçeçcekleri yönünde iddialara girmiştir.

Hoş
, futbolun birer savaş, savaşların birer futbol maçı görevi gördüğü o yıllarda Orhan Ayhan'ın tabiri ile hiçbir Alman Futbolcu o maçta köşedeki ağları temizleyememiştir. Çünkü kalede Lev Yashin vardır. Maç hakkında herhangi bir istatiki(0-0 bitmesi dışında) bir bilgi yoktur ancak temel bilinen mevzu Lev Yashin'in kalesinde devleşip "The Black Spider Ussr" lakabını kazandığıdır. Tabi olaylar bununla da bitmiyor.

Bu olaydan bir hafta sonra Lev Yashin ile röportaj yapmak isteyen Moskova Nasyonel gazetesi hayvanat bahçesinden ödünç aldığı tarantula ile Yashin'i aynı kareye sığdırmaya çalışırken tarantula Yashin'in sol baş parmağını hedef almıştır. Üç hafta yüksek ateşler içerisinde hastanede kalan Yashin'in sonradan edindiği konuşma bozukluğunun bu zehirlenmeden kaynaklandığı dahi rivayet edilir.

Bu olaydan esinlenerek Allah'tan Turgay Şeren'i Almanyadaki maç dönüşü panterle yüz-göz etmemiştir medyamız diyebiliriz sanırım. Gayet tabi, biz işin şakasındayız. Yoksa ne Berlin panterliği ne de Çekmeköy delikanlılığı ortada kalırdı.

Enstantane #7


Dip-not: İlk bakışta "Bu ne ki yahu?" diyebileceğiniz, ancak fotoğrafın üzerine tıkladığınızdaki büyük hali ile tribün sevgisinin küçük ölçekli de olsa bir plan-kesitini görebileceksiniz. Belirtmeden geçmeyelim, Ap haber ajansı bu fotoğraf ile Fransa Futbol Federasyonun verdiği ödülü almıştır. Ve yanılmıyorsam o tribün St. Etienne tribünüdür.

3 Temmuz 2009 Cuma

Aston Villa 1896

Aston Villa takımı çoğunluğu Roman Katolik kilisesi mensubu ve iskoç yoğunluğu yüksek olan Birmingham şehrinin takımıdır. İskoç populasyonunun baskınlığına karşın kilise tarafından desteklenen bir takım kurulduğunda ve bu takım kuzey liginde başarılı sonuçlar alıp kupalar kazandığında bunu resmetmek kolay olacaktı olmasına, ancak 1876'daki bu manzaranın ev sahipliğini kilise duvarından başka bir yer üstlenmeyecekti.

Aston Villa takımı dünya üzerinde kuruluşunu kilise intibasına dayandıran tek takımdır(Güney Amerikadaki yerel kilise destekli İspanyol takımlarını saymaz isek). Armasındaki aslan figürü kraliyet sembolü değil İsanın Koruyuculuğunu yapan şövalyeleri resmeden altı ayaklı bir aslan figürüdür. 1964 yılına kadar kiliseden fon yoluyla kulüp kasasına dolaylı yollardan para girerken, yeni bir yasanın çıkması üzerine bu para kulübe girmemiştir. The Godless Villian taraftar grubunun ismi de bu kesinti yılında kurulmaları ile ilgilidir elbette.

1 Temmuz 2009 Çarşamba

Football Quotes #17

"The man who watches three games of football in a row should be declared brain dead.*" Erma Bombeck

Eski gazeteci ve komedyen Erma Bombeck
, futbol izleyicisini "Amerikanvari espri" ile betimlerken; bizler bu bloğu bayanların takip etmediğinden cesaret alarak hasbelkader şunu söyleyebiliriz;

Bir kadın'a ofsayt'ı üç kere üst üste anlattığınız halde anlamıyorsa bunun tek sebebi vardır; Siz ölmüşsünüz ve nihayetinde ölüler konuşamaz.

*Bir erkek üstüste üç maç izlemişse beyin ölümünü bildirmelidir.