21 Haziran 2013 Cuma
13 Ekim 2011 Perşembe
HAYAT PLAY-OFF'U: FİLİSTİN MİLLİ TAKIMI 15:54
İSRAİL’İ YENME İHTİMALİ!
Maalesef Türkiye’de bazı kişiler Filistin’de yaşatılan İsrail yapımı mezalime en fazla “Yaprak Dökümü” dizisinde Ali Rıza beye üzüldükleri kadar üzülüyorlar. Aşırı tüketim toplumuna “Fight Club”dan gönderme yaparsak nasıl “tek porsiyonluk arkadaş”lar var, lafa gelince insanlık mangalında kül bırakmayan “salt reyting”ci kafa Filistin’i de “tek porsiyonluk hüzün”e indirgiyor.
Ama neyse ki futbol var, hem yaşadığımız hayatın metaforu olarak, hem de dünyadaki kusurlara özür mahiyetinde. Ben şimdi hemen Filistin’in futbol direnişini anlatmaya başlasam “salt reyting”ci kafa hemen sayfayı çevirtir. Ancak “Ya Arda Turan, Türkiye için değil de ülkemizdeki emperyalist etkisini İsrail seviyesine çekmeye çalışan Amerika’nın futbol milli takımında oynasaydı?” diye sorsam, gazetelerin ilk sayfasındaki yarı yalan yarı gerçek reyting aldatmacasında 3. sayfadaki gerçek hayatı yaşıyormuş gibi şok geçirirsiniz!Aslında Filistin futbolu başladığı günden beri tarihi bir şoku yaşıyor. 1918’de 11 Yunanlı’nın Türkiye Milli Takımı formasıyla sahaya çıkıp, FIFA tarafından Türkiye olarak tescil edildiğini ve “Türkiye Milli Marşı” diye Yunan emperyalizmi marşının çaldığını bir hayal etsenize! Kâbustan hemen uyanmayın, Türkiye yerine Filistin’i koyun: FIFA aslında 1998’den çok daha önce 1934’te 11 İsrailli Musevi’den oluşan takımı “Filistin Futbol Milli Takımı” olarak tanımıştı. Üstelik de maçlar öncesi söyledikleri marş, 70 yıldır her gün Filistin’i yangın yerine çeviren Siyonist Hareket’in resmi marşı Hatikvah’tı!
İsrail’in ilk ve tek Arap bakanı Majadleh’in söylemeyi reddettiği Hatikvah, halen İsrail’in resmi milli marşı. Neyse ki artık Filistin Milli Takımı sahiden de Filistinlilerin takımı! Ancak 12 Haziran’da İtalya Serie C karmasıyla bir maç yapan Filistin’in futbolu da halen İsrail emperyalizminin boyunduruğu altında. Ve en acıklısı da İsrail’in bir zamanlar Hitler’in Musevilere yaptıklarını futbolda da aynen tekrarlamaları.
Filistin Milli Takımı’nın ruh hali, “Zafere Kaçış” filminin gerçek hayata uyarlanmış versiyonundan farksız. Şimdilerde Cezayirli hocaları Moussa Bezaz ile 2014 Dünya Kupası’nı hedefleyen Filistin, 2006’da DK rüyasına çok yaklaşmıştı. Ta ki İsrail kâbus gibi başlarına çöküp takımın 10 oyuncusuna yurt dışına çıkış yasağı getirene kadar. Tıpkı daha önce en golcü oyuncuları Al-Cord’un evinin yakılması ve ömür boyu ülkeden çıkmasının yasaklanması gibi hiç bitmeyen kâbus kaldığı yerden devam etti. Kendi sahasındaki ilk resmi maçı 2011’de oynayabilen Filistin’in birçok oyuncusu İsrail’in işgali ve yasakları yüzünden ya deplasmandaki maçlarda oynayamıyor ya da bir kere gitti mi bir daha ülkesine dönemiyor. Bir de takımın belkemiği Obied gibi Ramallah’a geldiği için 2.5 yıldır Gazze’ye dönemeyip karısı ve oğlunu görememekle “cezalandırılanlar” var! Bu yüzden Bezaz “Bir mevkiye üç oyuncu çağırıyorum, o gün maça gelebileni oynatıyorum” diyor.2006 DK elemelerinde Tayvan’ı 8-0 yenmeleri ve İsrail futbollarını da işgal edene kadar sürdürdükleri iddiadan çok şuna yanıyor futbol gönlüm: Ortadoğu’da ilk kurallı futbol oynayan Filistinliler. Hatta İngiliz mandası döneminde Arsenal ve Liverpool’un transfer etmek isteyip de İsrail ajanlarınca engellenen bir sürü süper yetenek görmüş Filistin futbol toprakları. Bezaz, tüm engellere rağmen teknik direktörlüğe devam ediyor:
TABUDEVİREN
Filistin Milli Takımı, “Derin İsrail Futbol Devleti”nin en büyük düşmanı değil. İsrail’deki faşizmin baş futbol düşmanı Hapoel Tel Aviv! Filistinlilerin de destekledikleri Hapoel TA geleneksel olarak İsrail’de solcuların desteklediği, statları Bloomfield’da Che Guevera bayraklarının dalgalandığı bir takım. Hapoel TA taraftarları Filistin’de yaşatılan mezalime karşı oldukları için yapılan bir ankette İsrail’de en çok nefret edilen takım %22.3’lük bir oranla Hapoel Tel Aviv seçildi. Güney Afrika doğumlu Filistinli Bevan Fransman’ı oynatmaları da cabası!
Maalesef Türkiye’de bazı kişiler Filistin’de yaşatılan İsrail yapımı mezalime en fazla “Yaprak Dökümü” dizisinde Ali Rıza beye üzüldükleri kadar üzülüyorlar. Aşırı tüketim toplumuna “Fight Club”dan gönderme yaparsak nasıl “tek porsiyonluk arkadaş”lar var, lafa gelince insanlık mangalında kül bırakmayan “salt reyting”ci kafa Filistin’i de “tek porsiyonluk hüzün”e indirgiyor.
Ama neyse ki futbol var, hem yaşadığımız hayatın metaforu olarak, hem de dünyadaki kusurlara özür mahiyetinde. Ben şimdi hemen Filistin’in futbol direnişini anlatmaya başlasam “salt reyting”ci kafa hemen sayfayı çevirtir. Ancak “Ya Arda Turan, Türkiye için değil de ülkemizdeki emperyalist etkisini İsrail seviyesine çekmeye çalışan Amerika’nın futbol milli takımında oynasaydı?” diye sorsam, gazetelerin ilk sayfasındaki yarı yalan yarı gerçek reyting aldatmacasında 3. sayfadaki gerçek hayatı yaşıyormuş gibi şok geçirirsiniz!Aslında Filistin futbolu başladığı günden beri tarihi bir şoku yaşıyor. 1918’de 11 Yunanlı’nın Türkiye Milli Takımı formasıyla sahaya çıkıp, FIFA tarafından Türkiye olarak tescil edildiğini ve “Türkiye Milli Marşı” diye Yunan emperyalizmi marşının çaldığını bir hayal etsenize! Kâbustan hemen uyanmayın, Türkiye yerine Filistin’i koyun: FIFA aslında 1998’den çok daha önce 1934’te 11 İsrailli Musevi’den oluşan takımı “Filistin Futbol Milli Takımı” olarak tanımıştı. Üstelik de maçlar öncesi söyledikleri marş, 70 yıldır her gün Filistin’i yangın yerine çeviren Siyonist Hareket’in resmi marşı Hatikvah’tı!
İsrail’in ilk ve tek Arap bakanı Majadleh’in söylemeyi reddettiği Hatikvah, halen İsrail’in resmi milli marşı. Neyse ki artık Filistin Milli Takımı sahiden de Filistinlilerin takımı! Ancak 12 Haziran’da İtalya Serie C karmasıyla bir maç yapan Filistin’in futbolu da halen İsrail emperyalizminin boyunduruğu altında. Ve en acıklısı da İsrail’in bir zamanlar Hitler’in Musevilere yaptıklarını futbolda da aynen tekrarlamaları.
Filistin Milli Takımı’nın ruh hali, “Zafere Kaçış” filminin gerçek hayata uyarlanmış versiyonundan farksız. Şimdilerde Cezayirli hocaları Moussa Bezaz ile 2014 Dünya Kupası’nı hedefleyen Filistin, 2006’da DK rüyasına çok yaklaşmıştı. Ta ki İsrail kâbus gibi başlarına çöküp takımın 10 oyuncusuna yurt dışına çıkış yasağı getirene kadar. Tıpkı daha önce en golcü oyuncuları Al-Cord’un evinin yakılması ve ömür boyu ülkeden çıkmasının yasaklanması gibi hiç bitmeyen kâbus kaldığı yerden devam etti. Kendi sahasındaki ilk resmi maçı 2011’de oynayabilen Filistin’in birçok oyuncusu İsrail’in işgali ve yasakları yüzünden ya deplasmandaki maçlarda oynayamıyor ya da bir kere gitti mi bir daha ülkesine dönemiyor. Bir de takımın belkemiği Obied gibi Ramallah’a geldiği için 2.5 yıldır Gazze’ye dönemeyip karısı ve oğlunu görememekle “cezalandırılanlar” var! Bu yüzden Bezaz “Bir mevkiye üç oyuncu çağırıyorum, o gün maça gelebileni oynatıyorum” diyor.2006 DK elemelerinde Tayvan’ı 8-0 yenmeleri ve İsrail futbollarını da işgal edene kadar sürdürdükleri iddiadan çok şuna yanıyor futbol gönlüm: Ortadoğu’da ilk kurallı futbol oynayan Filistinliler. Hatta İngiliz mandası döneminde Arsenal ve Liverpool’un transfer etmek isteyip de İsrail ajanlarınca engellenen bir sürü süper yetenek görmüş Filistin futbol toprakları. Bezaz, tüm engellere rağmen teknik direktörlüğe devam ediyor:
“Bu insanlar en azından özgürce futbol oynamak istiyorlar. ‘Bir gün İsrail’i en azından sahada yeneceğiz’ diyorlar. ‘Zaten evlerimizi yakıyorlar, Al-Cord gibi gol attığımız için yaksınlar, ne değişir ki?’ sözünden sonra insan olan onlarla aynı takımda olur!”
TABUDEVİREN
Filistin Milli Takımı, “Derin İsrail Futbol Devleti”nin en büyük düşmanı değil. İsrail’deki faşizmin baş futbol düşmanı Hapoel Tel Aviv! Filistinlilerin de destekledikleri Hapoel TA geleneksel olarak İsrail’de solcuların desteklediği, statları Bloomfield’da Che Guevera bayraklarının dalgalandığı bir takım. Hapoel TA taraftarları Filistin’de yaşatılan mezalime karşı oldukları için yapılan bir ankette İsrail’de en çok nefret edilen takım %22.3’lük bir oranla Hapoel Tel Aviv seçildi. Güney Afrika doğumlu Filistinli Bevan Fransman’ı oynatmaları da cabası!
5 Ağustos 2011 Cuma
Futbolun İlk Komple Yıldızı: Valentino Mazzola 21:38
Il Grande Torino efsanesini ve bir uçak kazası sonucu efsanenin sona erişini şurada anlatmıştık. Eğer Torino futbol takımının 1949’da yaşadığı o elim kaza olmasaydı, bugün İtalya ve Dünya futbolunda nelerin farklı olabileceği hala akıllarda olan bir sorudur. Torino’nun müzesinde daha fazla kupa olacağı neredeyse herkesin üzerinde ittifak ettiği bir konudur. O dönemde İtalyan Milli Takımı 11’inin neredeyse tamamını oluşturan Torinolu oyuncuların vefatı 50’li yıllarda gerçekleşen Dünya Kupaları’nda Gök Mavililer’in de başarılı olmasını engellemiştir. Kimilerine göre ise o kaza olmasaydı Real Madrid üst üste 5 kez Avrupa Şampiyonu olamayacaktı.
İşte o efsane Torino takımının merkezinde Valentino Mazzola yer alıyordu. 1919’da Milano yakınlarındaki Cassano d’Adda’da dünyaya gelen Mazzola, zor bir çocukluk geçirdi. Babasının erken yaşta vefat etmesi üzerine okulundan ayrılan ve ailesine katkıda bulunmak için çalışmaya koyulan Valentino, aynı zamanda yerel takımlarda oynadığı futbolla adını duyurmaya başlıyor ve 20 yaşına gelmeden Alfa Romeo Milano’nun kadrosuna katılıyordu.
Çok geçmeden Serie A takımlarının da dikkatini çekmeyi başaran Mazzola Venezia’ya transfer oluyor ve burada kendisi ile aynı tarihte doğmuş ve beraber büyük başarılara imza atacakları ve aynı uçak kazasında vefat edecek Ezio Loik ile kulübe altın çağını yaşatıyor, Venezia 1941 yılında İtalya Kupası’nı kazanırken, (Venezia’nın aldığı o İtalya Kupası kulüp tarihinin en büyük başarısı olarak hala yerini koruyor.) bir sonraki sezon da ligi 3. sırada bitiriyordu.
İkilinin burada kazandıkları başarılar ve oynadıkları futbol, güçlü bir Torino kurma çabası içerisindeki Ferrucio Novo’yu ikna etmeye yetiyor ve Torino Başkanı akıllıca bir karar ile iki oyuncuya birden Bordo formayı giydirme çalışmalarına başlıyordu. Torino’nun siyah-beyazlı ekibi Juventus ise Venezia ile prensipte anlaşmasına rağmen, Venezia 200 bin liret ve iki oyuncu karşılığında Mazzola’yı Torino’ya veriyordu. Anlaşma saklı tutulmak istenmesine rağmen Venezia’da duyuluyor, oynanacak Torino maçında tribünler Mazzola’yı protesto ediyor, O ise çıkıp sahada işini yapıyor ve takımını, bir sonraki sezon oynayacağı takım karşısında 3-1’lik galibiyete taşıyordu.
Mazzola’nın Torino’ya transferi ile Torino efsanesi başlıyor ve Torino şampiyonluklara ambargo koyuyordu. 1942-1943 sezonunda hem kupa hem ligi kazanan Torino’da Mazzola 11 gol atıyor ve en önemlisi takımın lideri olarak kazanılan başarılarda başrolü oynuyordu. Torino’nun kazandığı 1943 İtalya Kupası’ndan sonra 1958’e kadar İtalya Kupası oynanmıyor, 1943-1944 sezonu ise 2. Dünya Savaşı nedeniyle yarıda kalıyordu. 1944-45, 45-46, 47-48 sezonlarında üst üste şampiyon olan Torino’nun Mazzola önderliğinde 48-49 sezonunu da önde bitirmesine kesin gözüyle bakılıyordur.
Son 4 haftaya girilirken Torino emin adımlarla şampiyonluğa ilerlemektedir. Takim, Torino başkanı Comendador Novo'nun kişisel dostluk kurduğu Portekizli oyuncu Xico Ferreira'nın jübile maçında Benfica ile karşılaşmak için Portekiz'e maça gitmistir 1949 Mayıs ayı başlarında. 3 Mayıs 1949 günü oynanan maçı 4-3 Benfica kazanmış, Torino ise maçın ertesi günü İtalya'ya dönmek için yola çıkmıştır. Torino'da hava fırtınalı, bulutlar çok yoğun ve alçak, görüş ise yok denecek kadar azdır. Torino kafilesini taşıyan uçak bu şartlarda iniş yapmak zorundadır. Ancak başarılı olunamamıştır. Uçak inişe geçtiği sırada Superga Bazilikası'na yakın bir yerde bir tepeye çarpar ve düşer. Hava raporundaki yanlışlıklar, telsiz yardımlarının yetersizliği gibi sebepler kazaya zemin hazırlamıştır. İçlerinde Torinolu 18 futbolcu ve 2 antrenörün de bulunduğu 31 kişinin tamamı hayatını yitirir kaza sonrasında. Sakatlığı nedeni ile İtalya'da kalan Sauro Toma dışındaki tüm Torinolu oyuncular hayatını kaybetmiştir bu feci kaza sonrası. Torino kalan maçlara genç takimi ile çıkma kararı alır. Rakipleri sırası ile Fiorentina, Genoa, Sampdoria ve Palermo'dur. Ancak futbol şimdiki gibi acimasız değildir. Torino'nun rakipleri de sahaya genç takimları ile çıkar. Torino'nun gençleri 4 maçlarını da kazanarak Torino'ya üst üste 5. şampiyonluğu getirirler.
Mazzola’yı izleyen herkes, Mazzola’nın çağının ötesinde bir oyuncu olduğu hususunda ittifak etmektedir.
Mazzola’nın olağanüstü yeteneklerini yeteri kadar izlediği için şanslı olduğunu düşünen eski İtalyan milli oyuncu Amedeo Amedei, “O günden beri Valentino kadar komple bir oyuncu gelmedi İtalyan futboluna” diyerek ona olan hayranlığını ortaya koyuyor.
Mazzola’nın ne kadar komple bir oyuncu olduğunu ise gazeteci Gianni Brera’dan dinlemekte fayda var: “Defansa gelip topu kazanır, atakları organize eder ve golü de atarak sonuca giderdi.”
Takım arkadaşları kadar rakiplerinin de hayranlığını kazanan Mazzola, kendi takım arkadaşlarına göre ise takımın yarısıydı. Takım kötü oynadığında formasının kollarını yukarı çekmesi meşhur olmuştu. O kollarını sıvadığında tribünler de sahadaki arkadaşları da yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu anlarlardı. Kollarını sıvamak deyiminin ete kemiğe bürünmüş haliydi Mazzola. 1947 yılında oynanan bir Roma maçında Torino ilk yarıyı 1-0 geride kapatmış, ikinci devre başlarken takımı etrafında toplayan Mazzola; “Onlara futbolun nasıl oynanacağını göstermek istiyor musunuz?” diye sormuş ve maç 7-1 Torino lehine sonuçlanmıştı.
Mazzola’nın oynadığı oyun kadar futbola bakışı da çağının ötesinde olduğunu ortaya koymaktadır.
“Futbol, oynadığınız oyun tahmin edilebilir olmadığı sürece kazanabileceğiniz basit bir oyundur. Oyununuzu daha dinamik hale getirmek için bir takım varyasyonlar deneyebilir, oyunu klasik yapılarından kurtarmak için kendinizden bir şeyler katabilirsiniz. Bunlarla şundan eminim ki modern futbol takım oyunu üzerine bina edilecektir.”
“Futbol hızlı oynandığında en güzel halini alıyor ancak futbolcular sürekli koşup, rakip kovalamaktan mutlu olmayabilirler. Bazen daha az koşup rakibi hazırlıksız yakalamak ve doğru hamle ile topu kazanmak daha iyidir. Ve bence gerçek hız da budur.”
Son sözleri ise Valentino Mazzola’nın oğlu ve İtalyan futbolunun efsane takımı, Helenio Herrera’nın Il Grande Inter’inin efsane oyuncusu Sandro Mazzola’ya bırakalım: “Valentino’nun oğlu olmanın baskısını hep üzerimde hissettim. Öyle bir an geldi ki futbolu bile bırakmayı düşündüm. Beni izlemeye gelen herkes babam kadar iyi olduğumu düşünerek geliyordu ancak ben O’nun kadar yetenekli değildim.”
Etiketler:
Enes Özbey,
Futbol,
Legend,
Tarih
31 Ocak 2011 Pazartesi
Football Quotes #45 12:33
"..... Evet doğru, fakir Evertonian mahallelerinde oturuyorum ve çok rahatım. Ve derginiz yoluyla şunu söyleyeyim, paranın benim için bir önemi yok. Hatta kazandığım parayı Everton'a bahis yatırıyorum. Everton kazansa para alıp seviniyorum, Everton kaybederse daha çok seviniyorum. Bu yüzden benim adım Kenneth değil, çünkü ben Liverpool'lu Kenny'im; nerede oturduğumun hiçbir önemi yok"
Kenny Dalglish "The King"
Kenny Dalglish "The King"
Etiketler:
Football Quotes
23 Aralık 2010 Perşembe
A Dukla Prague Away Kit 11:11
Size Çekoslovakya futbol liginde Sparta Prag'dan sonra en çok şampiyon olmuş takımın ismini sorsam, cevabınız ne olurdu?
***
İngiliz Rock grubu Half man half biscuit'in 1986 yılında çıkardığı single parçası "All I want Christmas is a Dukla Prague away kit" şarkısı Dukla Prag'ın dönüm noktası olmamıştır belki de. Zaten bu şarkı Dukla Prag'ın futbol kariyerini etkilememiş, bizzat bu kulübün yaşadığı olayların paralelliğinde yazılmıştır. Çünkü, Dukla Prag futbol tarihinde dış baskılar yüzünden yaşamını yitiren kulüplerden sadece biridir. Ve hikayesi futbol&siyaset çelişkileri içerisinde yazılan Bir Çekoslavak kulübüdür.
Komünizm'in başlangıç ve gelişim evreleri dünya'da belki de sadece Doğu Avrupa futboluna yaramıştır. Kendine 1950'li yıllardan ekol yaratmaya başlamış Doğu Avrupa, temeli ve başlangıç noktası kabul edebileceğimiz bir dönüm noktası olmadığı halde batıdaki futbol ülkelerine gövde gösterisi yapabilecek kadar kendini futbolda geliştirmiş, ve bu sayfalarda kendine yer edebilecek kadar hikaye ve mazi bırakarak 1993 yılında terk-i diyar eylemiştir.
Çünkü Kominizm'in çalışma düsturu ve mesleki edep devinim'i futbol'un bu coğrafyada kendini geliştirebilen ve sürekli değişime uğrayabilen bir uğraş olmasında faydası dokunmuş, Doğu Avrupa ülkelerinde yetişen teknik adamlar, oyuncular sadece Federallik sınırları içerisinde kalarak bu ekolün gelişmesinde yardımcı olmuşlardır.
Bu bağlamda Hırvatistan ve Bulgaristan'daki büyük boy abilerinden hiçbir destek almadan ve dahası onlardan cesaretli davranarak "Komünizm yandaşı" teması ile kurulan Dukla Prague kulübü, ilk yıllarında Komünizm'i sadece bir duruş, amaç ve tandans için kullanmamış, ancak ne var ki Ordunun yoğun baskısı ile Faşizm'in üstünlük kurduğu Çekoslavakya'da olaylar patlamaya ve halk sesini çıkarmaya başladığında o güne değin hiç olmadığı gibi Komünizm'in savunucu konumuna gelmişlerdir. Dönemin en önemli takımı olan Sparta Prag ise bu cesareti kendinde bulamamış, ancak ordu yandaşı da olmamıştır.
Ordu'nun yoğun baskısı üzerine kulüp Brün kentine taşınma kararı almış ve yaşamına burada devam etme kararı alsa da bu gerçekleşmemiş, bunun üzerine Komünizm'in Çek Cumhuriyetindeki tek savunucusu konumunda bulunan Olomuts kentine yerleşmişlerdir. O dönemin Ordu takımı olarak bilinen Slavia Prag'ın yukarıdan gelen(!) emirle oyuncularını ligin diğer takımlarına dağıtılması sonrası lig sadece Sparta Prag ve Dukla Prag'a kalmıştır. Belirtmeden geçmeyelim, statü gereği Ordu Milli takımı kurulunca Slavia Prag'ın boşalan kadrosunu ordu mensubu heyetler doldurmuştur.
1950'li yılların sonu Dukla Prag'ın yıllarıdır. Çünkü Bratislava, Slavia Prag ve S.Prag'a karşı ezici bir üstünlük kurmuşlar, ve ligi arka arkaya dört kere kazanmışlardır. Avrupa'da ise dönemin en meşhur takımı olan Manchaster United'ı sahasında ve deplasmanda 1-0 ve 3-0 gibi skorlarla yenerek müthiş bir üne kavuşmuşlar, ertesi sene Cup winner's Cup'da Tottenham, Sporting Lisbon, Fiorentina gibi takımları eleyerek yarı finale kadar gelmişler ve finalde Celtic'e elenmişlerdir.
Hatta en iyi zamanlarında Türkiye'ye turneye gelmişler ve Galatasaray'ı 10-5, Fenerbahçe'yi 3-0 yenmiş, Beşiktaş ile 0-0 berabere kalmışlardır.
Ancak bu popülerlik onların sonu olacak, Çekoslavakya'da meydana gelen ve adına Eldiven devrimi denilen askeri ihtilal sonucu kulüp bir alt lige düşürülecekti. Ancak ne tezattır ki o sene kulüp ikinci ligde olmasına rağmen Çekoslavakya kupasını kazanarak Avrupa'da oynama şansını elde etmişti.
Ama ordu'nun kesin talimatı gereği kulübün bütün sponsorluk anlaşamaları ve yurt dışına çıkma yasağı getirmesi onların sonu olmuş ve kadrosunda bulunan Pavel Nedved, Günter Bittengel, Josef Masopust gibi oyuncuları zorla Sparta Prag'a satılmıştır. Ve koca bir kulüp aşağıya demir atmıştır.
Peki, size Çekoslovakya futbol liginde en çok şampiyon olmuş takımın ismini sorsam, cevabınız ne olurdu?
Half Man Half Biscuit "All I want Christmas is a Dukla Prague away kit" demişti.
Çok mu şey istemişti?
Ordu'nun yoğun baskısı üzerine kulüp Brün kentine taşınma kararı almış ve yaşamına burada devam etme kararı alsa da bu gerçekleşmemiş, bunun üzerine Komünizm'in Çek Cumhuriyetindeki tek savunucusu konumunda bulunan Olomuts kentine yerleşmişlerdir. O dönemin Ordu takımı olarak bilinen Slavia Prag'ın yukarıdan gelen(!) emirle oyuncularını ligin diğer takımlarına dağıtılması sonrası lig sadece Sparta Prag ve Dukla Prag'a kalmıştır. Belirtmeden geçmeyelim, statü gereği Ordu Milli takımı kurulunca Slavia Prag'ın boşalan kadrosunu ordu mensubu heyetler doldurmuştur.
1950'li yılların sonu Dukla Prag'ın yıllarıdır. Çünkü Bratislava, Slavia Prag ve S.Prag'a karşı ezici bir üstünlük kurmuşlar, ve ligi arka arkaya dört kere kazanmışlardır. Avrupa'da ise dönemin en meşhur takımı olan Manchaster United'ı sahasında ve deplasmanda 1-0 ve 3-0 gibi skorlarla yenerek müthiş bir üne kavuşmuşlar, ertesi sene Cup winner's Cup'da Tottenham, Sporting Lisbon, Fiorentina gibi takımları eleyerek yarı finale kadar gelmişler ve finalde Celtic'e elenmişlerdir.
Hatta en iyi zamanlarında Türkiye'ye turneye gelmişler ve Galatasaray'ı 10-5, Fenerbahçe'yi 3-0 yenmiş, Beşiktaş ile 0-0 berabere kalmışlardır.
Ancak bu popülerlik onların sonu olacak, Çekoslavakya'da meydana gelen ve adına Eldiven devrimi denilen askeri ihtilal sonucu kulüp bir alt lige düşürülecekti. Ancak ne tezattır ki o sene kulüp ikinci ligde olmasına rağmen Çekoslavakya kupasını kazanarak Avrupa'da oynama şansını elde etmişti.
Ama ordu'nun kesin talimatı gereği kulübün bütün sponsorluk anlaşamaları ve yurt dışına çıkma yasağı getirmesi onların sonu olmuş ve kadrosunda bulunan Pavel Nedved, Günter Bittengel, Josef Masopust gibi oyuncuları zorla Sparta Prag'a satılmıştır. Ve koca bir kulüp aşağıya demir atmıştır.
Peki, size Çekoslovakya futbol liginde en çok şampiyon olmuş takımın ismini sorsam, cevabınız ne olurdu?
Half Man Half Biscuit "All I want Christmas is a Dukla Prague away kit" demişti.
Çok mu şey istemişti?
16 Eylül 2010 Perşembe
United Against United 20:10
Leeds United kulübü, bulunduğu futbolun kültürünün ünü henüz ada'nın dışına çıkmamış iken belli zaman aralıklarında Britanya topraklarında en nefret edilen kulüp olma yolunda emin adımlarla ilerlerken, bu ünü güçlendirme aşamasında bugünün catenaccio'sunu uzak doğu dövüş sanatları ile süsleyerek maçlarını kazanıyordu.
Kuzey Karolayna sigarası Camel ise sattığı ürünü İskoçya'dan sonra İngiltere sınırlarına sokarken dönemin punk kültürü sonrası yeni evreleşmeye başlayan futbol komütatif kültürü içerisinde pazarlayarak satmaya çalışmış ve nitekim kısmen başarılı olmuştur.
Heineken ve Carlsberg'in her çekilen Best fotoğrafında viralliği sorgulanırken futbola sigara reklamları girmiş ve tam 12 yıl boyunca tartışılmış, en sonunda yasaklanmıştı yasaklanmasına da; Camel markası lakabı deve olan Jack Charlton'u tam 8 yıl boyunca reklam tanıtımında kullanmıştır.
İngiliz humor'u ile bu kadar oluyor; ki öyle bir şey yok.
Kuzey Karolayna sigarası Camel ise sattığı ürünü İskoçya'dan sonra İngiltere sınırlarına sokarken dönemin punk kültürü sonrası yeni evreleşmeye başlayan futbol komütatif kültürü içerisinde pazarlayarak satmaya çalışmış ve nitekim kısmen başarılı olmuştur.
Heineken ve Carlsberg'in her çekilen Best fotoğrafında viralliği sorgulanırken futbola sigara reklamları girmiş ve tam 12 yıl boyunca tartışılmış, en sonunda yasaklanmıştı yasaklanmasına da; Camel markası lakabı deve olan Jack Charlton'u tam 8 yıl boyunca reklam tanıtımında kullanmıştır.
İngiliz humor'u ile bu kadar oluyor; ki öyle bir şey yok.
Etiketler:
Enstantane,
Football Quotes,
Fotoğraf,
Futbol,
Tarih
3 Eylül 2010 Cuma
Tottenham Hotspur 1961 03:09
Takım fotoğraflarının altına mârifetten yazı iliştirmeyi cahilliğime vurayım, akrostiş olsun da hafızalarda kalasın diye çekilmiş şu fotoğrafın ardından Tottenham'ın 1961 yılı kadrosunu ezbere sayan adam kalmış mıdır dünyada, bilmiyorum.
Trt'nin İngiliz espritüel'i ile dünya'nın yürümeyeceğini anladığı yılların üstünden çok zaman geçti. Ama Tottenham'lı oyuncularının rakip takım ve o yıllarda lakabı elma hırsızları(?) olan West Ham takımına gönderme yaptığı fotoğraftaki kadro şu şekilde,
Trt'nin İngiliz espritüel'i ile dünya'nın yürümeyeceğini anladığı yılların üstünden çok zaman geçti. Ama Tottenham'lı oyuncularının rakip takım ve o yıllarda lakabı elma hırsızları(?) olan West Ham takımına gönderme yaptığı fotoğraftaki kadro şu şekilde,
Merdivenden sağ aşağı doğru;
Gills, White, Peters, Norman, Ditchburn
Merdivenin altındakiler;
Grimsdell, Alen , Baker
Gills, White, Peters, Norman, Ditchburn
Merdivenin altındakiler;
Grimsdell, Alen , Baker
21 Ağustos 2010 Cumartesi
Watfordlu Elton 04:38
Elton John'un futbola ilgisi onca şeye rağmen, bir yığın dedikodu arasından cımbızla çekip alacak olursak, neredeyse sıfırdır. Ancak Elton John, ünlü olmasını borçlu olduğu Watford semtine ve futbol kulübüne ziyadesiyle borcunu ödemiştir.
1977 yılında yüz üstü bırakılmış kulübe öncelikle İngiltere dışındaki taşınmaz malları satarak servetini, yetmeyip aynı yılın sonlarında hem direktör hem de başkan olarak Watford'un başına geçmiştir.
Hülasa, Elton John sadece çocukluk yıllarını geçirdiği Watford'a olan aidetliği kırık dökük bir barda söylediği şarkılarla meşhur olmuş olsa da, servetini harcadığı Watford, belki de John'un futboldan ve futbol kültüründen anlamıyor olmasından mütevellit bir yerlere de gelmemiştir.
Üstelik 1988 yılında tabiri caizse taraftarlardan büyük kazık yiyip kulübü devretmek zorunda kalmıştır.
Bunun üstüne soğuk su içmiş midir, bilemiyorum.
Ancak ne var ki, yakın zamanda kulüp yine borç batağına girince Elton John, Dünya üzerinde sadece cinsel kimliği ve evliliğini tanıyan tek ülke olan Avusturalya'da konser verme kararı almış olmasına karşın Watford kulübünün stadında konser verme kararı almış ve bu konserden gelecek paranın tümünü Watfrod'a aktarmayı planlamıştır.
Küstüm oynamıyorcuyum takınan, gerek maddi gerek manevi kazık yiyen, koltuk sevdalı yönetici eskileri, stadlarında yöresel tatlı kermes düzenleseler, her daim cinsel kimliğinden ötürü yaftalanmış Elton John kadar "Adam" olamazlar.
1977 yılında yüz üstü bırakılmış kulübe öncelikle İngiltere dışındaki taşınmaz malları satarak servetini, yetmeyip aynı yılın sonlarında hem direktör hem de başkan olarak Watford'un başına geçmiştir.
Hülasa, Elton John sadece çocukluk yıllarını geçirdiği Watford'a olan aidetliği kırık dökük bir barda söylediği şarkılarla meşhur olmuş olsa da, servetini harcadığı Watford, belki de John'un futboldan ve futbol kültüründen anlamıyor olmasından mütevellit bir yerlere de gelmemiştir.
Üstelik 1988 yılında tabiri caizse taraftarlardan büyük kazık yiyip kulübü devretmek zorunda kalmıştır.
Bunun üstüne soğuk su içmiş midir, bilemiyorum.
Ancak ne var ki, yakın zamanda kulüp yine borç batağına girince Elton John, Dünya üzerinde sadece cinsel kimliği ve evliliğini tanıyan tek ülke olan Avusturalya'da konser verme kararı almış olmasına karşın Watford kulübünün stadında konser verme kararı almış ve bu konserden gelecek paranın tümünü Watfrod'a aktarmayı planlamıştır.
Küstüm oynamıyorcuyum takınan, gerek maddi gerek manevi kazık yiyen, koltuk sevdalı yönetici eskileri, stadlarında yöresel tatlı kermes düzenleseler, her daim cinsel kimliğinden ötürü yaftalanmış Elton John kadar "Adam" olamazlar.
18 Ağustos 2010 Çarşamba
Lost Ham United Ep5; İdmanocağı 01:17
Yukarıdaki fotoğrafın renkli ve kuşe basımını retro usül rock grubu tavrına âhlil etsek dahi, bu rock grubu tavrını Tarkovsky'in elinden çıkmış Stalker'ın boş fabrika duvarları önünde poz veren adamlar derinliğinde incelememiz mümkün değil.
Değil ki anarşist tavır; uysallığın verdiği bilinçaltının altında yatan başkaldırının başkenti Trabzon'da sanayi localarını elinde bulunduran Pontus Rumlular'ın sağladığı futbol malzemeleri parası, Mekteb-i Muallimlerin futbol bilgisi ile kurulan İdmanocağı, teorik olarak Trabzonspor'un ilk halidir.
Birinci Dünya Savaşı sonrası kurulan kulübün maddi olarak tedarikçisinin Rum asıllı Türk vatandaşları olması ne kadar ironi barındırıyorsa barındırsın, İkinci Dünya Savaşı sonrası bu kulübün atletizmden hallice bir kulübe dönüşmesi şehrin futbol'u kaldıramadığı izlenimini vermez.
"Karadeniz'in asi suları", "Dağların keskin çocukları" gibi pembe edebiyat laflarına girmeden hemen belirteyim; Bu futbol coğrafyasında Trabzonspor'un derme çatma orijininden geldiğini göremezseniz, mesneti, beden terbiyesi adı altında askeri statükoya bağlı Ankara kulüpleri, kafkanı'nı atıp İngilizler sayesinde futbol öğrenen İstanbul Tüccarlarını, bölgesel bağımsızlığını futbola eksenli diaspora haline getirmiş Doğu Anadolu futbol kulüplerini görürsünüz.
İroni kaldıran bir yapınız var ise eğer, Trabzonsporu çok seversiniz.
Ki o zaman; kadrajı derinleştirmek için kullanılan boş fabrika duvarları yıkılır, kazanma kültürünü sırtına aldığı sadece "futbol" ve kültürünü kazanmaya çalışan yeni bir Trabzonspor görürsünüz.
Değil ki anarşist tavır; uysallığın verdiği bilinçaltının altında yatan başkaldırının başkenti Trabzon'da sanayi localarını elinde bulunduran Pontus Rumlular'ın sağladığı futbol malzemeleri parası, Mekteb-i Muallimlerin futbol bilgisi ile kurulan İdmanocağı, teorik olarak Trabzonspor'un ilk halidir.
Birinci Dünya Savaşı sonrası kurulan kulübün maddi olarak tedarikçisinin Rum asıllı Türk vatandaşları olması ne kadar ironi barındırıyorsa barındırsın, İkinci Dünya Savaşı sonrası bu kulübün atletizmden hallice bir kulübe dönüşmesi şehrin futbol'u kaldıramadığı izlenimini vermez.
"Karadeniz'in asi suları", "Dağların keskin çocukları" gibi pembe edebiyat laflarına girmeden hemen belirteyim; Bu futbol coğrafyasında Trabzonspor'un derme çatma orijininden geldiğini göremezseniz, mesneti, beden terbiyesi adı altında askeri statükoya bağlı Ankara kulüpleri, kafkanı'nı atıp İngilizler sayesinde futbol öğrenen İstanbul Tüccarlarını, bölgesel bağımsızlığını futbola eksenli diaspora haline getirmiş Doğu Anadolu futbol kulüplerini görürsünüz.
İroni kaldıran bir yapınız var ise eğer, Trabzonsporu çok seversiniz.
Ki o zaman; kadrajı derinleştirmek için kullanılan boş fabrika duvarları yıkılır, kazanma kültürünü sırtına aldığı sadece "futbol" ve kültürünü kazanmaya çalışan yeni bir Trabzonspor görürsünüz.
Etiketler:
Futbol,
Lost Ham United,
Tarih
14 Ağustos 2010 Cumartesi
12 06:25
"12" sayısı, 1981-1982 yılında Avrupa Şampiyonlar Kupası kazanmış Aston Villa takımının, sezon sonu İngiltere üst kademe liginde tabloda elde ettiği sıradır. Ötesi var mıdır anımsamıyorum. Daha doğrusu bilmiyorum.
İkinci kupa muamelesi gören Uefa Kupası'nı kazanan Internazionale ise ligden düşmemeyi son iki hafta aldığı 4 puanla garantilemişti.
İkinci kupa muamelesi gören Uefa Kupası'nı kazanan Internazionale ise ligden düşmemeyi son iki hafta aldığı 4 puanla garantilemişti.
13 Ağustos 2010 Cuma
5 Ağustos 2010 Perşembe
Orijin 16:50
Türk futbolunda, futbolun işleyişine dair tez üretmek, Türk futbolu'na ait antitezleri ortaya çıkarmaktan daha kolay ve daha ulaşılabilir bir popüler eksendedir. Bugün Turgay Şeren Türkiye'nin gelmiş geçmiş en iyi kalecisidir desek kimse kelam etmeyebilir, etmez de. Ancak Can Bartu daha fiyakalı, Sabri Dino daha efendi bir kaleci idi dense kimse oturup kitapların tozunu almaz.
Kafamızda popüler futbol oyuncu karakteri ve tahvili işlem gördüğü zaman, henüz bugün tartışılan "Aykut Fenerbahçe'nin hocası olamaz" serzenişleri üzerine "eski oyuncudan teknik direktör olmaz" teorisi üretenler için aklıma Turgay Şeren - Fatih Terim hikayesi geldi ki, aktarayım.
1981 yılı sondan dördüncü hafta Galatasaray'ın başında Ahmet İrtegün'ün ricası ile kontejanı kırpılmış teknik direktör Şeren, o dönem Florya nakdi adındaki borç yüzünden sağlam bir kadro kuramamış Galatasaray ligde düşme potasına neredeyse girmiş ve o hafta İnönü stadında güçlü Eskişehir ile oynayacaktır.
Nitekim Eskişehir ilk yarıyı 2-0 önde kapatmış ve ikinci yarıya da hızlı başlamıştır. Galatasaray ilk golünü bulduğu anda oyuna bir forvet almış ancak gol gelmemiştir. Maçın henüz 68. dakikasında Şeren yine Ahmet İrtegün'ün dost kontejanından Cosmos'dan getirttiği Güngör ile saha kenarında sürtüşme yaşamıştır. Hatta rivayet o dur ki, Eskişehir kalecisi degaj vurduğu Şeren üçüncü gol yeme korkusundan dolayı değişiklik istediği halde görmeyen hakeme kızdığı için sahaya 5-6 metre girerek Güngör'ü eliyle itip kulübedeki santrafor Hasan'ı saha kenarına çağırmıştır. "Orijin" mefhumu burada devreye girecek olmuş ki, Fatih terim Turgay Şeren'in yanına giderek oldukça sert bir biçimde uyarmış ve Güngör'ü kendi elleriyle sahaya tekrardan sokarak ona yeni bir mevki vermiştir.
Maç 3-2 Galatasaray bitmiş, maç sonunda Fatih Terim basın muhabirlerine "Hocama karışma dedim" demiştir. Terim kötü ve neredeyse sene sonunda Samsun'a gidecek bir ön libero, Şeren iyi bir kaleci idi.
Hep bahsedilen "Futbol tanrıları" o gün belki olaya parmak sokmayı seçmediler. Kim bilir, belki parmak soktular ki, o gün Türk futboluna ait bir köşede "Orijin" oluştu-da; "Biz göremedik".
Kafamızda popüler futbol oyuncu karakteri ve tahvili işlem gördüğü zaman, henüz bugün tartışılan "Aykut Fenerbahçe'nin hocası olamaz" serzenişleri üzerine "eski oyuncudan teknik direktör olmaz" teorisi üretenler için aklıma Turgay Şeren - Fatih Terim hikayesi geldi ki, aktarayım.
1981 yılı sondan dördüncü hafta Galatasaray'ın başında Ahmet İrtegün'ün ricası ile kontejanı kırpılmış teknik direktör Şeren, o dönem Florya nakdi adındaki borç yüzünden sağlam bir kadro kuramamış Galatasaray ligde düşme potasına neredeyse girmiş ve o hafta İnönü stadında güçlü Eskişehir ile oynayacaktır.
Nitekim Eskişehir ilk yarıyı 2-0 önde kapatmış ve ikinci yarıya da hızlı başlamıştır. Galatasaray ilk golünü bulduğu anda oyuna bir forvet almış ancak gol gelmemiştir. Maçın henüz 68. dakikasında Şeren yine Ahmet İrtegün'ün dost kontejanından Cosmos'dan getirttiği Güngör ile saha kenarında sürtüşme yaşamıştır. Hatta rivayet o dur ki, Eskişehir kalecisi degaj vurduğu Şeren üçüncü gol yeme korkusundan dolayı değişiklik istediği halde görmeyen hakeme kızdığı için sahaya 5-6 metre girerek Güngör'ü eliyle itip kulübedeki santrafor Hasan'ı saha kenarına çağırmıştır. "Orijin" mefhumu burada devreye girecek olmuş ki, Fatih terim Turgay Şeren'in yanına giderek oldukça sert bir biçimde uyarmış ve Güngör'ü kendi elleriyle sahaya tekrardan sokarak ona yeni bir mevki vermiştir.
Maç 3-2 Galatasaray bitmiş, maç sonunda Fatih Terim basın muhabirlerine "Hocama karışma dedim" demiştir. Terim kötü ve neredeyse sene sonunda Samsun'a gidecek bir ön libero, Şeren iyi bir kaleci idi.
Hep bahsedilen "Futbol tanrıları" o gün belki olaya parmak sokmayı seçmediler. Kim bilir, belki parmak soktular ki, o gün Türk futboluna ait bir köşede "Orijin" oluştu-da; "Biz göremedik".
Etiketler:
Futbol,
Kayıp Hikayeler,
Tarih
Old Fashioned Football Shirt Company; Dinamo Zagreb 1964 16:47
Etiketler:
Futbol,
Old Fashioned,
Tarih
Football Quotes #44 16:47
Kenny'i Celtic'ten çekip almak bizi başarısız, Liverpool'u daha(bir süre sessizlik) başarılı yapmaz, yani yapmayabilir. (Spiker tam yeni bir soruya yönelmişken)Ah! Lanet olsun. Tabi ki, daha başarılı olacaklar. Kenny bu! Kenny Dalglish! Bu çocuk, o... ç.... paganları bile koyu katolik yapacak kadar iyi bir çocuk.
Jock Stein, Kenny Dalglish'in Celtic'ten ayrılmasına müteakip ülkenin tek devlet radyosuna bu açıklamayı yaparken radyo yayını bir buçuk dakikalığına gitmişti. İnsanlar radyolarının bozulduğunu sanmıştı ama yanılmışlardı; Çünkü Jock Stein pişmandı.
Blog'u uzun süre boşladıktan sonra güzel insan Jock Stein'den bir alıntı ile açmamak olmazdı. Herkese yeniden merhaba.
Etiketler:
Football Quotes,
Futbol,
Tarih
23 Mayıs 2010 Pazar
15 Mayıs 2010 Cumartesi
Hall of Shame Ep12 21:25
Türk futbol tarihinin en iyi onbiri oluşturmaya yetecek kadar futbolumuzun külliyat tarihi var mıdır tartışadulsun; Türk futbol tarihinin beğenilme skalasını geçmiş dönem futbolcuların göreceli açıklamaları ile günce tarihini tutmaya çalışsak dahi; bu Sabri Dino ve onun hüzünlü hikayesini es geçmek anlamına gelmiyor.
Tıpkı dönemin en önemli altyapı başarısı muadilin Taksimspor olduğu 60'lı yılların başında bu sefer semtin diğer takımı Beyoğluspor altyapısından Sarıyer'e gidecekken Galatasaray ve Beşiktaş tarafından denenen Dino küçüklüklüğünden beri gönül verdiği Sarıyer'e gitmemiş ve Beşiktaş'ın yolunu tutmuştu.
Beşiktaş'ın efsanevi kalecisi Necmi Mutlu antreman sırasında sağ bek Halim'in krampon parçalarını yüzünden daha çıkaramamışken ilk 11'de kendine yer edinen Sabri Dino yıllarca başarıyla taşıdığı formayı efsanevi Beşiktaş - Eskişehir maçında yaşadığı şanssız sakatlık sonrası bırakmak zorunda kalmıştı. Kafasını çatala giden topu kurtarmaya çalıştığı sırada direğe çarpmış ve futbolu bırakmak zorunda kalmıştır.
Ancak Sabri Dino, futboldan kazandığı parayı tekstile yatırdıktan sonra 80'li yılların sonundaki meşhur ihracat krizinde sahip olduğu tekstil firması batınca çareyi intihar etmekle bulmuştu.
1973 yılındaki Napoli'de oynanan İtalya Milli maçında Dino Zoff'dan daha iyi olmakla gösterilen biri için kötü, ama futbolumuza ve futbol değerimize kattığı değer için oldukça iyi biri olan Dino, bugün sırf ironi olsun diye attığıımız Hall of Shame başlığına yakışır mı bilmem ama, Bugün tüm Beşiktaşlıların ve şahsımın gönlünde oldukça büyük bir yeri var.
Tıpkı dönemin en önemli altyapı başarısı muadilin Taksimspor olduğu 60'lı yılların başında bu sefer semtin diğer takımı Beyoğluspor altyapısından Sarıyer'e gidecekken Galatasaray ve Beşiktaş tarafından denenen Dino küçüklüklüğünden beri gönül verdiği Sarıyer'e gitmemiş ve Beşiktaş'ın yolunu tutmuştu.
Beşiktaş'ın efsanevi kalecisi Necmi Mutlu antreman sırasında sağ bek Halim'in krampon parçalarını yüzünden daha çıkaramamışken ilk 11'de kendine yer edinen Sabri Dino yıllarca başarıyla taşıdığı formayı efsanevi Beşiktaş - Eskişehir maçında yaşadığı şanssız sakatlık sonrası bırakmak zorunda kalmıştı. Kafasını çatala giden topu kurtarmaya çalıştığı sırada direğe çarpmış ve futbolu bırakmak zorunda kalmıştır.
Ancak Sabri Dino, futboldan kazandığı parayı tekstile yatırdıktan sonra 80'li yılların sonundaki meşhur ihracat krizinde sahip olduğu tekstil firması batınca çareyi intihar etmekle bulmuştu.
1973 yılındaki Napoli'de oynanan İtalya Milli maçında Dino Zoff'dan daha iyi olmakla gösterilen biri için kötü, ama futbolumuza ve futbol değerimize kattığı değer için oldukça iyi biri olan Dino, bugün sırf ironi olsun diye attığıımız Hall of Shame başlığına yakışır mı bilmem ama, Bugün tüm Beşiktaşlıların ve şahsımın gönlünde oldukça büyük bir yeri var.
Etiketler:
Futbol,
Hall Of Shame,
Tarih