23 Aralık 2010 Perşembe

A Dukla Prague Away Kit


Size Çekoslovakya futbol liginde Sparta Prag'dan sonra en çok şampiyon olmuş takımın ismini sorsam, cevabınız ne olurdu?

***
İngiliz Rock grubu Half man half biscuit'in 1986 yılında çıkardığı single parçası "All I want Christmas is a Dukla Prague away kit" şarkısı Dukla Prag'ın dönüm noktası olmamıştır belki de. Zaten bu şarkı Dukla Prag'ın futbol kariyerini etkilememiş, bizzat bu kulübün yaşadığı olayların paralelliğinde yazılmıştır. Çünkü, Dukla Prag futbol tarihinde dış baskılar yüzünden yaşamını yitiren kulüplerden sadece biridir. Ve hikayesi futbol&siyaset çelişkileri içerisinde yazılan Bir Çekoslavak kulübüdür.

Komünizm'in başlangıç ve gelişim evreleri dünya'da belki de sadece Doğu Avrupa futboluna yaramıştır. Kendine 1950'li yıllardan ekol yaratmaya başlamış Doğu Avrupa, temeli ve başlangıç noktası kabul edebileceğimiz bir dönüm noktası olmadığı halde batıdaki futbol ülkelerine gövde gösterisi yapabilecek kadar kendini futbolda geliştirmiş, ve bu sayfalarda kendine yer edebilecek kadar hikaye ve mazi bırakarak 1993 yılında terk-i diyar eylemiştir.

Çünkü Kominizm'in çalışma düsturu ve mesleki edep devinim'i futbol'un bu coğrafyada kendini geliştirebilen ve sürekli değişime uğrayabilen bir uğraş olmasında faydası dokunmuş, Doğu Avrupa ülkelerinde yetişen teknik adamlar, oyuncular sadece Federallik sınırları içerisinde kalarak bu ekolün gelişmesinde yardımcı olmuşlardır.

Bu bağlamda Hırvatistan ve Bulgaristan'daki büyük boy abilerinden hiçbir destek almadan ve dahası onlardan cesaretli davranarak "Komünizm yandaşı" teması ile kurulan Dukla Prague kulübü, ilk yıllarında Komünizm'i sadece bir duruş, amaç ve tandans için kullanmamış, ancak ne var ki Ordunun yoğun baskısı ile Faşizm'in üstünlük kurduğu Çekoslavakya'da olaylar patlamaya ve halk sesini çıkarmaya başladığında o güne değin hiç olmadığı gibi Komünizm'in savunucu konumuna gelmişlerdir. Dönemin en önemli takımı olan Sparta Prag ise bu cesareti kendinde bulamamış, ancak ordu yandaşı da olmamıştır.

Ordu'nun yoğun baskısı üzerine kulüp Brün kentine taşınma kararı almış ve yaşamına burada devam etme kararı alsa da bu gerçekleşmemiş, bunun üzerine Komünizm'in Çek Cumhuriyetindeki tek savunucusu konumunda bulunan Olomuts kentine yerleşmişlerdir. O dönemin Ordu takımı olarak bilinen Slavia Prag'ın yukarıdan gelen(!) emirle oyuncularını ligin diğer takımlarına dağıtılması sonrası lig sadece Sparta Prag ve Dukla Prag'a kalmıştır. Belirtmeden geçmeyelim, statü gereği Ordu Milli takımı kurulunca Slavia Prag'ın boşalan kadrosunu ordu mensubu heyetler doldurmuştur.

1950'li yılların sonu Dukla Prag'ın yıllarıdır. Çünkü Bratislava, Slavia Prag ve S.Prag'a karşı ezici bir üstünlük kurmuşlar, ve ligi arka arkaya dört kere kazanmışlardır. Avrupa'da ise dönemin en meşhur takımı olan Manchaster United'ı sahasında ve deplasmanda 1-0 ve 3-0 gibi skorlarla yenerek müthiş bir üne kavuşmuşlar, ertesi sene Cup winner's Cup'da Tottenham, Sporting Lisbon, Fiorentina gibi takımları eleyerek yarı finale kadar gelmişler ve finalde Celtic'e elenmişlerdir.

Hatta en iyi zamanlarında Türkiye'ye turneye gelmişler ve Galatasaray'ı 10-5, Fenerbahçe'yi 3-0 yenmiş, Beşiktaş ile 0-0 berabere kalmışlardır.

Ancak bu popülerlik onların sonu olacak, Çekoslavakya'da meydana gelen ve adına Eldiven devrimi denilen askeri ihtilal sonucu kulüp bir alt lige düşürülecekti. Ancak ne tezattır ki o sene kulüp ikinci ligde olmasına rağmen Çekoslavakya kupasını kazanarak Avrupa'da oynama şansını elde etmişti.

Ama ordu'nun kesin talimatı gereği kulübün bütün sponsorluk anlaşamaları ve yurt dışına çıkma yasağı getirmesi onların sonu olmuş ve kadrosunda bulunan Pavel Nedved, Günter Bittengel, Josef Masopust gibi oyuncuları zorla Sparta Prag'a satılmıştır. Ve koca bir kulüp aşağıya demir atmıştır.

Peki, size Çekoslovakya futbol liginde en çok şampiyon olmuş takımın ismini sorsam, cevabınız ne olurdu?

Half Man Half Biscuit "All I want Christmas is a Dukla Prague away kit" demişti.

Çok mu şey istemişti?

16 Eylül 2010 Perşembe

Ara Ki Bulasın

United Against United

Leeds United kulübü, bulunduğu futbolun kültürünün ünü henüz ada'nın dışına çıkmamış iken belli zaman aralıklarında Britanya topraklarında en nefret edilen kulüp olma yolunda emin adımlarla ilerlerken, bu ünü güçlendirme aşamasında bugünün catenaccio'sunu uzak doğu dövüş sanatları ile süsleyerek maçlarını kazanıyordu.

Kuzey Karolayna sigarası Camel ise sattığı ürünü İskoçya'dan sonra İngiltere sınırlarına sokarken dönemin punk kültürü sonrası yeni evreleşmeye başlayan futbol komütatif kültürü içerisinde pazarlayarak satmaya çalışmış ve nitekim kısmen başarılı olmuştur.

Heineken ve Carlsberg'in her çekilen Best fotoğrafında viralliği sorgulanırken futbola sigara reklamları girmiş ve tam 12 yıl boyunca tartışılmış, en sonunda yasaklanmıştı yasaklanmasına da; Camel markası lakabı deve olan Jack Charlton'u tam 8 yıl boyunca reklam tanıtımında kullanmıştır.

İngiliz humor'u ile bu kadar oluyor; ki öyle bir şey yok.

3 Eylül 2010 Cuma

1976

* Ahmet Taşçı'ya teşekkürler.

Tottenham Hotspur 1961

Takım fotoğraflarının altına mârifetten yazı iliştirmeyi cahilliğime vurayım, akrostiş olsun da hafızalarda kalasın diye çekilmiş şu fotoğrafın ardından Tottenham'ın 1961 yılı kadrosunu ezbere sayan adam kalmış mıdır dünyada, bilmiyorum.

Trt'nin İngiliz espritüel'i ile dünya'nın yürümeyeceğini anladığı yılların üstünden çok zaman geçti. Ama Tottenham'lı oyuncularının rakip takım ve o yıllarda lakabı elma hırsızları(?) olan West Ham takımına gönderme yaptığı fotoğraftaki kadro şu şekilde,

Merdivenden sağ aşağı doğru;
Gills, White, Peters, Norman, Ditchburn

Merdivenin altındakiler;
Grimsdell, Alen , Baker

21 Ağustos 2010 Cumartesi

Watfordlu Elton

Elton John'un futbola ilgisi onca şeye rağmen, bir yığın dedikodu arasından cımbızla çekip alacak olursak, neredeyse sıfırdır. Ancak Elton John, ünlü olmasını borçlu olduğu Watford semtine ve futbol kulübüne ziyadesiyle borcunu ödemiştir.

1977 yılında yüz üstü bırakılmış kulübe öncelikle İngiltere dışındaki taşınmaz malları satarak servetini, yetmeyip aynı yılın sonlarında hem direktör hem de başkan olarak Watford'un başına geçmiştir.

Hülasa, Elton John sadece çocukluk yıllarını geçirdiği Watford'a olan aidetliği kırık dökük bir barda söylediği şarkılarla meşhur olmuş olsa da, servetini harcadığı Watford, belki de John'un futboldan ve futbol kültüründen anlamıyor olmasından mütevellit bir yerlere de gelmemiştir.

Üstelik 1988 yılında tabiri caizse taraftarlardan büyük kazık yiyip kulübü devretmek zorunda kalmıştır.

Bunun üstüne soğuk su içmiş midir, bilemiyorum.

Ancak ne var ki, yakın zamanda kulüp yine borç batağına girince Elton John, Dünya üzerinde sadece cinsel kimliği ve evliliğini tanıyan tek ülke olan Avusturalya'da konser verme kararı almış olmasına karşın Watford kulübünün stadında konser verme kararı almış ve bu konserden gelecek paranın tümünü Watfrod'a aktarmayı planlamıştır.

Küstüm oynamıyorcuyum takınan, gerek maddi gerek manevi kazık yiyen, koltuk sevdalı yönetici eskileri, stadlarında yöresel tatlı kermes düzenleseler, her daim cinsel kimliğinden ötürü yaftalanmış Elton John kadar "Adam" olamazlar.

18 Ağustos 2010 Çarşamba

Old Fashion Football Club Logos #7



Dip Not: Yeni halini görmeniz için fotoğrafın üstüne tıklamanız yeterli.

Lost Ham United Ep5; İdmanocağı

Yukarıdaki fotoğrafın renkli ve kuşe basımını retro usül rock grubu tavrına âhlil etsek dahi, bu rock grubu tavrını Tarkovsky'in elinden çıkmış Stalker'ın boş fabrika duvarları önünde poz veren adamlar derinliğinde incelememiz mümkün değil.

Değil ki anarşist tavır; uysallığın verdiği bilinçaltının altında yatan başkaldırının başkenti Trabzon'da sanayi localarını elinde bulunduran Pontus Rumlular'ın sağladığı futbol malzemeleri parası, Mekteb-i Muallimlerin futbol bilgisi ile kurulan İdmanocağı, teorik olarak Trabzonspor'un ilk halidir.

Birinci Dünya Savaşı sonrası kurulan kulübün maddi olarak tedarikçisinin Rum asıllı Türk vatandaşları olması ne kadar ironi barındırıyorsa barındırsın, İkinci Dünya Savaşı sonrası bu kulübün atletizmden hallice bir kulübe dönüşmesi şehrin futbol'u kaldıramadığı izlenimini vermez.


"
Karadeniz'in asi suları", "Dağların keskin çocukları" gibi pembe edebiyat laflarına girmeden hemen belirteyim; Bu futbol coğrafyasında Trabzonspor'un derme çatma orijininden geldiğini göremezseniz, mesneti, beden terbiyesi adı altında askeri statükoya bağlı Ankara kulüpleri, kafkanı'nı atıp İngilizler sayesinde futbol öğrenen İstanbul Tüccarlarını, bölgesel bağımsızlığını futbola eksenli diaspora haline getirmiş Doğu Anadolu futbol kulüplerini görürsünüz.

İroni kaldıran bir yapınız var ise eğer, Trabzonsporu çok seversiniz.

Ki o zaman; kadrajı derinleştirmek için kullanılan boş fabrika duvarları yıkılır, kazanma kültürünü sırtına aldığı sadece "futbol" ve kültürünü kazanmaya çalışan yeni bir Trabzonspor görürsünüz.

14 Ağustos 2010 Cumartesi

12

"12" sayısı, 1981-1982 yılında Avrupa Şampiyonlar Kupası kazanmış Aston Villa takımının, sezon sonu İngiltere üst kademe liginde tabloda elde ettiği sıradır. Ötesi var mıdır anımsamıyorum. Daha doğrusu bilmiyorum.

İkinci kupa muamelesi gören Uefa Kupası'nı kazanan Internazionale ise ligden düşmemeyi son iki hafta aldığı 4 puanla garantilemişti.

13 Ağustos 2010 Cuma

Enstantane #31

5 Ağustos 2010 Perşembe

Orijin

Türk futbolunda, futbolun işleyişine dair tez üretmek, Türk futbolu'na ait antitezleri ortaya çıkarmaktan daha kolay ve daha ulaşılabilir bir popüler eksendedir. Bugün Turgay Şeren Türkiye'nin gelmiş geçmiş en iyi kalecisidir desek kimse kelam etmeyebilir, etmez de. Ancak Can Bartu daha fiyakalı, Sabri Dino daha efendi bir kaleci idi dense kimse oturup kitapların tozunu almaz.

Kafamızda popüler futbol oyuncu karakteri ve tahvili işlem gördüğü zaman, henüz bugün tartışılan "
Aykut Fenerbahçe'nin hocası olamaz" serzenişleri üzerine "eski oyuncudan teknik direktör olmaz" teorisi üretenler için aklıma Turgay Şeren - Fatih Terim hikayesi geldi ki, aktarayım.

1981 yılı sondan dördüncü hafta Galatasaray'ın başında Ahmet İrtegün'ün ricası ile kontejanı kırpılmış teknik direktör Şeren, o dönem Florya nakdi adındaki borç yüzünden sağlam bir kadro kuramamış Galatasaray ligde düşme potasına neredeyse girmiş ve o hafta İnönü stadında güçlü Eskişehir ile oynayacaktır.


Nitekim Eskişehir ilk yarıyı 2-0 önde kapatmış ve ikinci yarıya da hızlı başlamıştır. Galatasaray ilk golünü bulduğu anda oyuna bir forvet almış ancak gol gelmemiştir. Maçın henüz 68. dakikasında Şeren yine Ahmet İrtegün'ün dost kontejanından Cosmos'dan getirttiği Güngör ile saha kenarında sürtüşme yaşamıştır. Hatta rivayet o dur ki, Eskişehir kalecisi degaj vurduğu Şeren üçüncü gol yeme korkusundan dolayı değişiklik istediği halde görmeyen hakeme kızdığı için sahaya 5-6 metre girerek Güngör'ü eliyle itip kulübedeki santrafor Hasan'ı saha kenarına çağırmıştır.
"Orijin" mefhumu burada devreye girecek olmuş ki, Fatih terim Turgay Şeren'in yanına giderek oldukça sert bir biçimde uyarmış ve Güngör'ü kendi elleriyle sahaya tekrardan sokarak ona yeni bir mevki vermiştir.

Maç 3-2 Galatasaray bitmiş, maç sonunda Fatih Terim basın muhabirlerine "Hocama karışma dedim" demiştir.
Terim kötü ve neredeyse sene sonunda Samsun'a gidecek bir ön libero, Şeren iyi bir kaleci idi.

Hep bahsedilen "Futbol tanrıları" o gün belki olaya parmak sokmayı seçmediler. Kim bilir, belki parmak soktular ki, o gün Türk futboluna ait bir köşede "Orijin" oluştu-da; "Biz göremedik".

Old Fashioned Football Shirt Company; Dinamo Zagreb 1964

Football Quotes #44

Kenny'i Celtic'ten çekip almak bizi başarısız, Liverpool'u daha(bir süre sessizlik) başarılı yapmaz, yani yapmayabilir. (Spiker tam yeni bir soruya yönelmişken)Ah! Lanet olsun. Tabi ki, daha başarılı olacaklar. Kenny bu! Kenny Dalglish! Bu çocuk, o... ç.... paganları bile koyu katolik yapacak kadar iyi bir çocuk.

Jock Stein, Kenny Dalglish'in Celtic'ten ayrılmasına müteakip ülkenin tek devlet radyosuna bu açıklamayı yaparken radyo yayını bir buçuk dakikalığına gitmişti. İnsanlar radyolarının bozulduğunu sanmıştı ama yanılmışlardı; Çünkü Jock Stein pişmandı.

Blog'u uzun süre boşladıktan sonra güzel insan Jock Stein'den bir alıntı ile açmamak olmazdı. Herkese yeniden merhaba.

23 Mayıs 2010 Pazar

Enstantane #30

15 Mayıs 2010 Cumartesi

Hall of Shame Ep12

Türk futbol tarihinin en iyi onbiri oluşturmaya yetecek kadar futbolumuzun külliyat tarihi var mıdır tartışadulsun; Türk futbol tarihinin beğenilme skalasını geçmiş dönem futbolcuların göreceli açıklamaları ile günce tarihini tutmaya çalışsak dahi; bu Sabri Dino ve onun hüzünlü hikayesini es geçmek anlamına gelmiyor.

Tıpkı dönemin en önemli altyapı başarısı muadilin Taksimspor olduğu 60'lı yılların başında bu sefer semtin diğer takımı Beyoğluspor altyapısından Sarıyer'e gidecekken Galatasaray ve Beşiktaş tarafından denenen Dino küçüklüklüğünden beri gönül verdiği Sarıyer'e gitmemiş ve Beşiktaş'ın yolunu tutmuştu.

Beşiktaş'ın efsanevi kalecisi Necmi Mutlu antreman sırasında sağ bek Halim'in krampon parçalarını yüzünden daha çıkaramamışken ilk 11'de kendine yer edinen Sabri Dino yıllarca başarıyla taşıdığı formayı efsanevi Beşiktaş - Eskişehir maçında yaşadığı şanssız sakatlık sonrası bırakmak zorunda kalmıştı. Kafasını çatala giden topu kurtarmaya çalıştığı sırada direğe çarpmış ve futbolu bırakmak zorunda kalmıştır.

Ancak Sabri Dino, futboldan kazandığı parayı tekstile yatırdıktan sonra 80'li yılların sonundaki meşhur ihracat krizinde sahip olduğu tekstil firması batınca çareyi intihar etmekle bulmuştu.

1973 yılındaki Napoli'de oynanan İtalya Milli maçında Dino Zoff'dan daha iyi olmakla gösterilen biri için kötü, ama futbolumuza ve futbol değerimize kattığı değer için oldukça iyi biri olan Dino, bugün sırf ironi olsun diye attığıımız Hall of Shame başlığına yakışır mı bilmem ama, Bugün tüm Beşiktaşlıların ve şahsımın gönlünde oldukça büyük bir yeri var.

Old Fashion Football Club Logos #6


Baba

Gündüz Kılıç'ın Beşiktaşı, Galatasaraylı Gündüz Kılıç'ı yendiğinde yıl 1971 idi. Beşiktaş'ta İsfanyan Beyefendi'nin meyhanesinde o günün 2-1'lik skoru değil, Gündüz Kılıç konuşulurken meyhaneye siyah paltolu, kahverengi fötr şapkalı biri girdiğinde ortamın havası hiç değişmeyecekti. Lakin o gece meyhanenin neredeyse hepsi sevincinden demlenirken, o kahverengi şapkalı beyefendi nam-ı diğer Kılıç Efendi derdinden gark olan Galatasaray sevgisinden dolayı "kederinden" demlenecekti.

Hasbelkader konuşma mefhumundan bihaber olup devir aşık olduğu renge inkara gelince, kendisine mikrofon yöneldiğinde "Öncelikle bizler profesyonel futbolcuyuz..." deyince olunmuyor "Baba".

Bazen de profesyonel olmamak gerekiyor...

Enstantane #29

26 Nisan 2010 Pazartesi

Old Fashioned Football Shirt Company ; Newton Heath 1892

Dip-not: Manchester United taraftarı Glazer ailesini protesto ederken mail kutusuna protesto renklerinin neden sarı-yeşil olduğuna dair iki adet soru gelmişti. Cevap oldukça basit. Manchester kulübü orjininde ekonomik krize uğramış Newton Health FC kulübünün mutasyonuna mütabık iken, protestoların manidarlığı renklerin orjinliğinden geliyor. Konuyu daha iyi anlatacak yazının linki Sayın Ziya Adnan'ın klavyesinden daha önce dökülmüş. Okunması tavsiye edilir.

19 Nisan 2010 Pazartesi

Football Quotes #43

"Billy(Bremner) ile bahçemdeki köpeğin tek farkı tasmayla hükmetme ile ilgili yeteneklerimdi. Artık emekli olup bunadığım için böyle konuşmuyorum; çok samimiyim. Hakemler Bremner'a fazlaca adil olmuş olabilir ya da Bremner çok şanslıydı. Çünkü Bremner'in bahçemdeki köpekten farkı yoktu. "

Bily Bremnier, dönemin haşin ve aynı orantıda hırçın takımı olan Leeds United takımında yaptığı hareketlerin meyvesini aralıksız üç maç üst üste kırmızı kartla alıp Don Revie'nin bir şekilde ayağını kaydırınca Don Revie her zamanki gibi sarkastik ve bir o kadar kendiyle çelişen bu demeci veriyor.

Ancak yıllar sonra Guardian tabloid'i, Don Revie'yi ligden usandırıp bir şekilde ulusal takımın başına geçirmek için federasyon'un bariz bir plan içinde Leeds oyuncularını ufak ufak futbol dışına iterek Don Revie'nin Leeds'den ayrılmasına sebep olacak bir kurgunun olduğunu iddia etmiştir.

24 Mart 2010 Çarşamba

Enstantane #29

Hayat Yuvarlaktır & Klasik Futbol

Nesnel konular ve bilinen mazileri aktarmak bir köşede dursun, bloglamanın mantığı olan kişisel beğenileri sunmayı çeşitli interaktif köşelerde yazıyoruz yazmasına da, bu virallik istenilen kitleye sunulmadığı vakit yürekler öznel tarih kadar yapmacık kalıyor.

Bugün Türkiye'de futbol tarihi aktarmak, yazmak "Yanılmıyorsam" cümleleri ile başlıyorsa bunun evveliyatını sorgulamak abesle iştigal kalıyor. Best'in Ipswich deplasmanında giydiği ayakkabının rengi magazinsel tarihse, Moda FC kulübünün bugün Türkiye'nin en büyük kulüplerinden birinin mazisi olması ise bir o kadar broşür tarihi olarak kalıyor.

Daha çok kitlelere ulşaması adına size biri blog biri dergiden bahsedeceğim. Blog olanı Klasik Futbol blogu.

Çok açık söyleyeyim, Stereotype Ball bloğu içerisinde bulunan yazılar Klasik futbol bloğunun birer önsözü gibi. Zeitgeist futbola bulaşmış mıdır bilinmez, velakin ben futbol tarihine doyamadım diyorsanız Klasik futbol sizin için çok doyurucu yazılar sunmakta. Birgün gelirde yazılar para ile okutulacak denirse hiç çekinmem bu blog için.

Dergi olanı ise Hayat Yuvarlaktır dergisi.

Hayat Yuvaraktır ekibini aşağı yukarı tanırım. Dergi bedava dağıtılacak dense oturur yine yazarlar. Bu derece futbola bağlı insanların çıkardığı derginin piyasadaki tüm futbol dergilerinin hemen hemen hepsini okuyan biri olarak diyorum ki, bu dergi piyasadaki yabancı edisyonlu bir yığın futbol dergisi için birer kaynaktır.

Üstelik sadece büyükçe bir "yuvarlağa" satın alınabiliyorken.

Klasik Futbol Bloğu
Hayat Yuvarlaktır Dergisi

22 Mart 2010 Pazartesi

Old Fashioned Football Shirt Company; DDR 1975

* DDR, artık siyasal ve demografik manâda artık namevcut Demokratik Alman Cumhuriyeti anlamında iken bunu bir yere bırakıp blog hakkında bir-iki kelam etmek istiyorum.

Yaklaşık bir hafta-on gündür bloğa giriş yaptığım mail ne idüğü belirsiz birileri tarafından amaçsızca ele geçirilmiş ve dolaylı olarak bloğa giriş yapamamıştım. Sağolsunlar, bu konuda ehli blogger arkadaşlardan aldığım yardımlarla hesabı tekrardan alıp şu satırları yazıyorum, yazmasına da; Şunca zamandır kimsenin etlisine sütlüsüne karışmadan yazılan şu satırlar, objektifliğin, ideolojiksizliğin, popülist tartışma mevzuların bulunduğu eksenin olağanca dışındaki bu blog hangi vakti boş, amaçsız bir insan tarafından sabote edilmiştir, işte bu pek anlaşılır değil.

Ya da anlaştığımız konular aynı değil.

Ritüelleri sakil sayalım; blog denen mefhum'un olağanca öznel bir durum oluşturduğunu da yok sayalım, inanın elimizde bir şeycikler kalmaz.

Bu vakti boş insanlar dışında.

1 Mart 2010 Pazartesi

He Made the People Happy

Bugüne değin Football Quotes bölümüne her ne kadar Shankly Quotes dememiş isek bizim ayıbımızdır, kabul ya; bugünün sakil şeması J.Mourinho her ne kadar gözümüze filozof iğretisi gibi resmedilse dahi Bill Shankly şu sayfaların "Kafka"sıdır, bu da kabul; bu durum yüzümüzü kızartır.

Nuh Köklü bunları bizim için derleyip sunmuş. Kendisine teşekkür ediyorum.

Bil Shankly’den inciler

1959’da Anfield Road’a çıktığında ikinci lige doğru yola çıkan bir Liverpool vardı, şu an ise tarihi ve geleneği olan bir kulüpten bahsediliyor. Kuşkusuz bu tarihi geçişte Bil Shankly’nin katkısı çok fazla. FIFA, Shankly’nin çeşitli mevzulardaki sözlerini bir araya getirmiş.

Baskı üzerine

Avrupa kupası ne lig finali ne de başka bir maçın baskısı günde 50 şiline çalışmanın yarattığ baskıyla kıyaslanamaz.

Liverpool üzerine

Liverpool benim için doğdu, ben de Liverpool için.

Shankly üzerine:

Futbolun en iyi antrenörüydü ve birçok maç kazanmıştı. Asla kimseye kötülük yapmadı, ona karşı oynasaydım ve yine o benim karımın parmağını kırmaya kalkmış olsaydı dahi bir kez dahi olsun ona olan sadakatimden feragat etmezdim.


İskoçya’yla ve İskoçlarla oynamak üzerine

Fantastik. Mavi formalarıyla başlarını kaldırdıklarında size “zavallı İngilizler” der gibiler.

Fakat takımınıza üç tane İskoç koyarsanız birçok maç kazanırsınız. Bununla birlikte üçten fazla sorunu da başınıza alırsınız.

Everton üzerine

Eğer Everton benim bahçemde oynamaya kalksaydı, gidip perdeleri kapatırdım.

Psikoloji üzerine

Futbolda başarı büyük oranda kafada gerçekleşir. Kafanızda iyi şeyler yaratırsanız muhtemelen iyi işler başarırısınız. Ben Anfield’e çıktığımda hep Merseyside’ın iki ekibi yan yana derlerdi. Liverpool ve Liverpool’un oyuncuları.

Direktifler üzerine

Herhangi bir futbol kulübünde oyuncu, antrenör ve taraftar üçgeni vardır. Direktifin bir anlamı yoktur, onlar yalnızca imza atmak içindir.

Zafer üzerine

Eğer birinciysen birincisindir, ikinciysen hiçbir şeysindir.

Shankly’nin felsefesi

Sosyalizm politika değil, bir yaşam biçimidir. Ben gerçek yaşamımda birçok insanla birlikte çalıştım, onları destekledim, arkamda o insanlar oldu, onlardan yardım aldım, onlara yardım ettim, final maçlarını onlarla paylaştım. Birçok şey olmak istersiniz ama ben kendim için yalnızca futbolu ve hayatı görüyorum.

Old Fashion Football Club Logos #5

24 Şubat 2010 Çarşamba

Kayıp Hikayeler; Leandro Remondini

Remondini, 1938’de yirmi yaşındayken Milan’a gelir, ardından Modena, Lazio ve 1950 Dünya Kupası’ndaki tek milli maçı ( Paraguay’a karşı 2-0 kazanılan maç.) tarihinde hiç üst lige çıkamamış Luchesse ve son olarak Verona’da oynadıktan sonra futbolu bırakır. 1957’de Beşiktaş’ın antrenörü olan Remondini’nin takımı Olympiakos’u ön elemede hükmen galip gelerek eledikten sonra Real Madrid’le karşılaşır.

Puskas, Kopa, Gento, Santamaria’lı takıma elenir. O maçtan 43 yıl sonra Real Madrid İstanbul’a bir kez daha gelir hem de İstanbul’u görmek isteyen Puskas’la birlikte. Real Madrid’in başında ise Vicente Del Bosque vardır. Dönelim Remondini bağlantısına. 10 Haziran 1959’da lig finalinde Fenerbahçe’ye 4-0 yenilen Galatasaray’ın başında Remondini vardır, bu mağlubiyet onun sonu olmaz ama ertesi yıl Türk milli takımının başına geçer.

Bir arşiv kaydına göre Altay’ı da çalıştıran Remondini, Galatasaray’ı, Beşiktaş’ı Del Bosque’yi, Puskas’ı hatta futbolun iki “panter”i Varol ve Turgay Şeren’i birleştiren isimdi.

Not: Milan formasında sağdan ikinci remondini.

Enstantane #28

6 Şubat 2010 Cumartesi

Kayıp Hikayeler; Bizi Birleştiren Nehir

Bu hafta sonu Premier lig’de önemli bir maç, hatta kökenleri Britanya futbolunun kökenlerine kadar giden tarihsel bir maç gerçekleşecek. Liverpol ve aynı kentin takımı Everton karşı karşıya. Onları ayıran çok şey olduğu varsayılır, birisini işçi sınıfının diğerinin ise üzerlerindeki mavi renkten dolayı muhafazakarların takımı olduğu, birisinin Protestanları, diğerinin ise Katolikleri temsil ettiği vs vs.

Oysa mesele o Merseyside nehri kadar bile derin değil. Onların rekabeti ağızlara pelesenk olan tabirle “tatlı” bir rekabettir. Bu durumun en açık örneği ise 1966’da yaşandı. Liverpol o yıl lig şampiyonu olmuş, FA Cup’ta ise Sheffield Wednesday’i 3-2 yenen Everton, kupayı kazanmıştı. Ertesi yıl Godison Park’ta (aralarındaki rekabete neden olan eski stad) yapılan ilk maçta da iki takım kupalarıyla seyirciyi selamlamıştı.

Not: Fotoda Liverpoolu, Roger Hunt ve Evertonlu Ray Wilson o yıl İngiltere’nin kazandığı dünya kupasıyla maç öncesi tur atıyorlar.

Yukarıdaki fotoğrafta ise Evertonlu Andy Gray ve Liverpollu. Kenny Dalglish.

3 Şubat 2010 Çarşamba

Old Fashioned Football Shirt Company ; Newcastle Utd. 1968

2 Şubat 2010 Salı

Hall of Shame Ep11

Yukarıdaki fotoğraf aşağıdaki hikaye ile her ne kadar örtüşmese de, bu hikayenin başlangıç noktasını Fenerbahçenin 1978 yılındaki şampiyonluğu ile iliştirmek pek tabii mümkün.

Çünkü Engin Verel o yılki şampiyonluk sonrası soluğu Almanya'da almış, burada oynadıktan sonra yanılmıyorsam Belçika'da bir-iki sene oynayıp ardından Lille formasını giymiştir.

Hikaye bu ya; Verel, Fransa kupası eleminasyon maçlarında Nantes ile oynanan maç sonrası soğuk su havuzunda dinlenirken soyunma odasına Fransa Başbakanı Pierre Mauroy girer. Orada tam olarak ne gerçekleşmiştir, Verel tarafından da aksedilmediği için bilinmez belki ama, bu konuda tek bildiğimiz şey Engin Verel'in anadan üryan Fransa başbakanı ile el sıkıştığı. Kadraj içerisindekiler ayrı , Fransa başbakanının anadan üryan bir futbolcu ile el sıkışma derdi ayrı bir konu.

Halihazırda bir de Ahmet Çakar'ın Bordeaux-Milan maçı sonrası soyunma odasında dönemin Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterand ile yaşadıkları ayrı bir muammadır. Zira Çakar olayı iki farklı yerde dört farklı versiyonda anlattığı için fazlasıyla itimat edemediğimden dolayı burada aksedip kimseyi mağdur durumda bırakmayayım.

Kültürlü dediğimiz Fransızların soyunma odası kültürü yokmuş gibi bir genelleme ile konuyu kapatalım. Gerisini Verel'in adonislerini hafızasından silmeye çalışan Pierre Mauroy düşünsün.

1 Şubat 2010 Pazartesi

2013

"Kötülerin kazanması için iyilerin seyretmesi yeterlidir."

Edmund Burke

29 Ocak 2010 Cuma

Çavdar Tarlasında Çocuklar

27 Ocak 2010 Çarşamba

6

"6" , Jesus Gil y Gil'in 1993-94 sezonunda kovduğu teknik adam sayısıdır.

Aynı Jesus Gil, 1987-88 sezonunda 4, 1988-1989 sezonunda 5 teknik adam kovmuş ve yıllar 1993'ü gösterdiğinde adeta Hitler baskısı ile rekor kırmaya zorlanan Alman Gülle takımı sporcuları gibi kendi ufkunu aşmış ve toplamda 6 teknik adamı kovmuştur.

Gayet tabi, net olarak sorabilirsiniz. Kimsenin bu duruma bir itirazı olmamış mıdır diye.

Cevabı yukarıda.

22 Ocak 2010 Cuma

Football Quotes #42

".... Mesela 66 Kupasında İngiltere federasyonu yayın yapan ülkelerden para aldı. Biz de eğer canlı yayını ülkenin her yanına verebilirsek bu işten para kazanabiliriz. "

Corrado Ferlaino

Mâlumunuz yayın hakkı, yayın geliri gibi kavramların olmadığı yıllarda, bu fikri ve dolayısı ile cereyanı kim açığa kavuşturmuştur diye araştırırken bu işin pek tahmin edilmediği gibi İtalyan futbolundan kıvılcım oluşturduğu görülüyor.

Benim tahminim televizyon kanalları daha önce özelleşen İspanya idi, ama yanıldım. 1971 yılında safi devlet kanalı bulunan İtalya'da gariptir, hükümet modeli yıllar boyu yap-işlet iken, Radyoculuk ve Sinema'da yap-sat olmuş ve bilinen ilk yayın gelirini İtalyan futbolunun önde gelen kulüpleri almıştır. Tabi, maçları yayınlanan kulüpler desek daha doğru olur.

Beynelmilel yahut kendi düzeyinde ihale yapılmadan kulüplere 1972 yılında toplamda bugünün parası ile 340 bin Euro verilmiş.

Maksadımız hesap makinalarını çıkarmak değil. Napoli'nin efsane başkanı Ferlaino bu lafı ederken yıl henüz 1968 ve ortada bırakın yayını, televizyonlar çok gelişmiş değil.

Bu lafın yarattığı akıbet, ertesi günkü gazetelerde görülüyor. Hükümet yanlısı gazeteler "Ferlaino daha az şampanya içerse oyuncuların parasını ödeyebilir" deniyor.

Ama bugün İtalya'da 600 milyon euro'luk yayın ihalesinin kararı verilirken bunun kaç adet şampanya edebileceği hesabı bizlere düşüyor.

Hesap makinesi kullanmak serbest; Ferlaino'ya saydırmak yasak.

Old Fashion Football Club Logos #4

Dip-not: Logo'nun yeni hali için fotoğrafa tıklamanız yeterli.

21 Ocak 2010 Perşembe

Lazio; 1997 - 2000

Bugün zirveyi zorlamayı bırakın, Avrupa Kupaları'na gitme mücadelesinin dahi içinde yer alamayan Lazio, 90'ların sonunda Avrupa'nın sayılı takımlarından birisi olmayı başarmıştı. Sven-Göran Eriksson yönetiminde kurduğu güçlü kadro ile yavaş yavaş çıtayı yükselten ve 2000 yılında kazandığı Seri A Şampiyonluğu ile zirveye ulaşan Lazio'nun o tarihten bu yana yaşadığı düşüş hem maddi anlamda hem de sportif başarı anlamında artarak devam ediyor.

1997 yılında takımın başına İsveçli teknik adam Erikkson'u getirdiğinde Lazio'nun elde ettiği son başarı, 1973/74 sezonunda elde ettiği Serie A şampiyonluğuydu. Erikkson geldiği ilk sezonda İtalya Kupası'nı Roma'ya getirerek yıllar süren kupa özlemine son vermişti Lazio taraftarının. Aynı yıl UEFA Kupası finalini de yakalayan takım finalde Inter'e 3-0 kaybetmiş ancak gelecek başarıların haberini de vermişti. 98/99 sezonu da Lazio için çok başarılı geçmiş, ligde Milan ile girdiği zirve mücadelesini 1 puan farkla kaybetse de, Kupa Galipleri Kupası finalinde Mallorca'yı Vieri ve Nedved'in golleri ile geçerek Avrupa'daki ilk kupasını kaldırmıştı. Şampiyonlar Ligi Şampiyonu Manchester United ile oynadığı Süper Kupa maçını da, maçın adamı da seçilen yeni transfer Veron'un harika oyunu ve Salas'ın golü ile 1-0 kazanarak sezona kupa ile moralli başlamışlardı.

Sezon sonunda Seri A'yı Juventus'un önünde 1 puan farkla şampiyon bitirerek 26 yıllık özleme son veren Başkent ekibi, İtalya Kupası zaferi ile sezonu duble yaparak kapatmış, İtalya Süper Kupası'nı da alarak 3 kupa ile taraftarlarına unutulmaz bir sezon yaşatmıştı. Sonraki sezon lig kupası yine başkentte kalmış ancak bu kez Capello'nun Roması şampiyon olmuştu. Ligi Şampiyon'un 6 puan gerisinde 3. bitiren Erikkson Lazio kariyerini noktalarken, Lazio'da başarılarla dopdolu geçen 3-4 sezonluk dilime nokta koyuyordu.

Eriksson'un görevde kaldığı 4 sezonda yaklaşık 270 milyon euroluk transfer harcaması yapan Lazio, Crespo, Vieri, Nedved, Almeyda, Veron, Salas, Couto, Mancini, Mihajlovic, Stankovic, Boksic, Conceicao, Nesta, Simeone gibi yıldızlarlarla tarihinin en başarılı dönemine imza atmasına rağmen, sonrasında yaşadığı maddi sıkıntılar nedeni ile bir daha eski günlerine dönüp zirve mücadelesi veremedi. 2003/2004 ve geçen sezon İtalya Kupası'nı kazanarak kupa sevinci yaşasalarda, asla 90'ların sonundaki takım olamadılar bir kez daha. Olmaları da pek mümkün gözükmüyor. En azından yakın gelecekte...

Yalnız Yıldız

Tarih 20 Ocak 1983. Rio De Janerio’da bir hastane, alkol koması teşhisiyle bir hasta gelir, hastanın üzerinde şunlar yazılıdır; Adı; Manoel Dos Santos. Milliyeti: Bilinmiyor. Aslında milliyeti bilinmeyen hasta Garrincha’dır ve asıl adı da Manuel Francisco dos Santos’dur.

Garincha aslında Brezilya’nın Mato Grosso bölgesinde bir kuşun adıdır, biri diğerinden 6 cm uzun olan ayağı, çarpık omurgası Manuel’in ismi bölgede “çirkin” olarak bilinen kuşla birlikte kutsanmış. Tekstil fabrikasında çalışırken top oynamaya başlamış arkasından da Botafogo’yla ilk profesyonel anlaşmasını yapmış.

Pele, Didi, Vava’nın olduğu milli takımda da oynayan Garrincha üç kez evlendi ve bilinen dokuz çocuğu dışında aslında 13 çocuğu vardı. Onun hayatını özetleyen Milton Alencar’ın Yalnız Yıldız ( Estrella Solitaria) filminde ise, Garrincha’nın 1962 Dünya kupası’ndaki maçları ve büyük aşkı Elsa’yla ilişkisi anlatılıyordu.

18 Ocak 2010 Pazartesi

Legia Warsaw 1955

Jules Rimet'in Gölgesinde

Fifa, kurum olarak, nezdinde bir yığın insan ve kurumun hak aradığı yer iken, bugün gelinen noktaya değin yine aynı şekilde insan ve kurumların bir dolu hakkını yemişliği vardır.

Afiyet olsun ile biten cümleler genellikle lokantalarda olur olmasına da, İşin mutfağı sözü de haybeden çıkmamıştır. Tıpkı Bugün Henri Delaunay'ın hikayesi gibi.

Henri Delaunay, Polonya asıllı Fransiz bir Yahudi vatandaşı olup Fifa'nın bugünlere gelmesinde çok emeği geçmiş bir insandır. Ama kaderi düzgün bir vizyona sahip olmasından mütevellit ona oyunlar oynamıştır. Ünlü Amerikan Buhranı öncesinde Avrupa'nın önde gelen insanları içerisinde, Avrupa ülkelerinin kendi aralarında düzgün bir mevsimde maç yaparak halihazırda gerilmiş siyasi ortamı yumuşatmak ve bu maddi kazançla futbol birliği kurmayı önermiştir. Nitekim kabul olunmuştur.

Ancak henüz belirttiğim gibi Amerika ekonomik buhranı birden çıkagelmiş, ve her ekonomik buhranın sonrası savaş ortamı oluşur tezi yine geçerliliğini korumuştur.

Hikaye, esasında burada bitiyor. Daha doğrusu Henri Delaunay'ın hikayesi burada sonlanıyor.

Çünkü daha iyi bir ekonomik güce sahip olan Jules Rimet, arkasına biri Alman diğeri Amerikan şirketini arkasına alarak ilk dünya kupasını hazırlıyor. İsmi de "Jules Rimet Kupası". Bir umuttur, bu işten para kazanılmak isteniyor, Fifa denen kurum da daha arz-ı endam etmemiş, kurulmasına daha yıllar var.

Uruguay bu kupayı düzenlemek istiyor. Olimpiyatlarda guruları sarsılmış bu ülke nitekim finalde Arjantin'i yenerek kupayı alıyor, ve ilk resmi olmayan Dünya kupasını evine götürüyordu. Peki ya Avrupa şampiyonası?

Jules Rimet çok zeki bir karakteri ve ikna edici üslubunu kullanarak ilk Avrupa şampiyonasının İtalya'da olmasını bizzat Mussolini'ye iletmiş, bir ay sonra Almanya'ya giderek yeni gelin kıvamındaki Hitler'e teklifini sunmuştur. Bugün bu olaylar üniversite sıralarında İktisadi bilimlerde okutulur ya, hoş görülmesi lazım. Çünkü müthiş bir pazarlama düsturu.

Sonrası malum, Dünya savaşı ve 12 yıl iptal olunan Jules Rimet kupaları.

Ama Fifa da kurulur, Henri Delaunaysız.

Pickles

14 Ocak 2010 Perşembe

Gladyatör

"Gol, top nerede olursa olsun, rakibi az adamla yakaladığın zaman, işte o zaman gelir..."
Metin Kurt, kimi sporseverlere göre aykırı, kimi sporseverlere göre anarşist, kimi sporseverlere göre de sosyalist bir futbolcudur.

1970-73 yıllarında üst üste üç kez şampiyon olan Galatasaray Futbol Takımı kadrosunun en iyi sporcularından biriydi. Milli futbol karşılaşmalarının günümüzdeki sıklığından uzak 70'li yıllarda, altı yıl aralıksız 26'sı A, 9'u Ümit ve 2'si de A Genç Milli Takım olmak üzere 37 kez milli formayı giymiştir.
Futbol oynadığı dönemde, futbolcuların haklarını almak ve korumak için söylediği, sendika sözcüğü ve sosyalist söylemler tehlikeli bulundu.

Futbolcu arkadaşlarını greve götürdüğü gerekçesiyle, hakları gasp edilerek Galatasaray Futbol Takımı'ndan uzaklaştırıldı. Anadolu'ya, Kayserispor'a adeta sürüldü. Ardından tüm futbol dünyası tarafından aforoz edildi. Bütün suçu, Avrupalı futbolcuların bugün kullandığı hakları bundan 30 yıl önce dile getirmesiydi.

Gladyatör; günümüz sporunun popüler dalı olan futbolun antik gladyatör oyunlarıyla özdeşlikleriyle, gerçekleri Milli futbolcu Metin Kurt'un sekiz yıllık spor yaşamından (1968-76) kesitler vererek anlatan bir kitaptır.
***
Yukarıdaki tanıtım yazısının üstüne bir cümle dahi yazmak abes olur. Gelgelelim, peyderpey kitaplaşmaya başlayan futbol tarihimizin kitapları ne yalan söyleyeyim çok kısırdır. Naif gözüken ama bir o kadar içi boş broşürlerden farklı değil malesef; yurtdışı muadillerine göre.

Lakin, Vecdi Çıracıoğlu, Metin Kurt'un kısa sayılabilecek futbol kariyerini olağanca güzel bir şekilde anlatmış. Gerçekten teşekkürü borç biliyorum. Bu ülkede futbol yayımcılığı adına güzel işler yapılabileceğinin kanıtını bir kez daha gördüm.

13 Ocak 2010 Çarşamba

Enstantane #27

Football Quotes #41

"Bizi henüz ölmeden cehenneme uygun gördükleri için teşekkür ediyorum. Ama ne var ki, Atletico Madrid takımı yıllardır Araf 'ta. Ne cenneti hakedecek kadar başarılı, ne de cehennemi hakedecek kadar gururlular*."

Javier Irureta

Real Sociedad için sezonun en önemli maçı gibi gözüken Atletico Madrid maçı öncesi Jesus Gil için "Namussuz adam" diyen Sociedad menajeri Javier Irrueta, başkanına bağlı olan Madridlilerin stadı Cehennem yerine çevirecek olmalarını sorgulayan basın muhabirine böyle cevap veriyor.

Gayet tabi, kıssadan hisseyi böylece bitirmekte fayda yok. Çünkü Irrueta'yı belediye işçisi iken kulübe sokan adam da Jesus Gil, kovan da. Nereden bakılsa 10 yıllık Atletico Madrid futbolculuk
kariyeri olan bu teknik adam, Barnabeu'da 11 yıllık Atletico hüsranına son vermiş adam da olsa, onu soyadından dolayı dönemin terörist grubuna(Eta) benzetmek sadece Jesus Gil'in işi olurdu.

Cevabını da almış zaten. Saygımız büyük.

* Ligin son üç maçında Atletico Madrid'in maçları satın aldığı iddiası üzerine Jesus Gil; "Madrid'in en gururlu insanı benim" demiş ve Irrueta gurur lafını bir ironi olarak aksetmiştir.

Old Fashioned Football Shirt Company; Derby County 1975

Kayıp Hikayeler; Boca Juniors

Resmi kayıtlara bakarsanız Boca Juniors’un kuruluş tarihi 3 Nisan 1905. Fakat bu tarihten iki gün önce bir pazar öğleden sonra Estaban Baglietto’nun evinde toplanan gençler Boca’nın kuruluşuna karar verdiler, dolayısıyla Boca’nın gayrı-resmi kuruluş tarihi 1 Nisan 1905. Takımın adı o gün İtalya’nın çocukları ve yıldızları olarak forma rengi de mor- beyaz (fotoğraf) olarak belirlendi ve kısa zaman sonra Boca’nın gençleri arasında ün kazanınca Boca Juniors oldu.

21 Nisan 1905’te ilk resmi maçları olan Moreno’ya karşı da o formayla sahaya çıkmışlardı. Fakat o günlerde Boca’nın İtalyan çocukları sokağa her çıktığında forma renkleri tartışılıyor ve ortaklaşa bir çözüm bulamıyorlardı. Çözüm, Boca limanında çalışan bir işçi olan Juan Brichetto’dan geldi. Brichetto, limanda demirli olan bir İsveç gemisinin ( geminin adı Drottning Sophia) bayrağını gösterdi ve Boca’nın renklerindeki sarı o bayraktan ilham aldı ve sonuçta 1913’te bugün bildiğimiz forma belirlendi.

Boca’yı biraz gezenler ya da hakkında anlatılanları duyanlar bilir; Boca, Buenos Aires’in merkezine yakın bir göçmen bölgesidir ve gemiden inen İtalyanlar tarafından kurulmuştur. Boca’da yaşayan bir sosyolog bana “Biz Arjantinliler gemiden inip buralara geldik, geminin nerden geldiği artık önemli değil artık bu kara parçasına ayak bastık” demişti.