29 Ocak 2010 Cuma

Çavdar Tarlasında Çocuklar

27 Ocak 2010 Çarşamba

6

"6" , Jesus Gil y Gil'in 1993-94 sezonunda kovduğu teknik adam sayısıdır.

Aynı Jesus Gil, 1987-88 sezonunda 4, 1988-1989 sezonunda 5 teknik adam kovmuş ve yıllar 1993'ü gösterdiğinde adeta Hitler baskısı ile rekor kırmaya zorlanan Alman Gülle takımı sporcuları gibi kendi ufkunu aşmış ve toplamda 6 teknik adamı kovmuştur.

Gayet tabi, net olarak sorabilirsiniz. Kimsenin bu duruma bir itirazı olmamış mıdır diye.

Cevabı yukarıda.

22 Ocak 2010 Cuma

Football Quotes #42

".... Mesela 66 Kupasında İngiltere federasyonu yayın yapan ülkelerden para aldı. Biz de eğer canlı yayını ülkenin her yanına verebilirsek bu işten para kazanabiliriz. "

Corrado Ferlaino

Mâlumunuz yayın hakkı, yayın geliri gibi kavramların olmadığı yıllarda, bu fikri ve dolayısı ile cereyanı kim açığa kavuşturmuştur diye araştırırken bu işin pek tahmin edilmediği gibi İtalyan futbolundan kıvılcım oluşturduğu görülüyor.

Benim tahminim televizyon kanalları daha önce özelleşen İspanya idi, ama yanıldım. 1971 yılında safi devlet kanalı bulunan İtalya'da gariptir, hükümet modeli yıllar boyu yap-işlet iken, Radyoculuk ve Sinema'da yap-sat olmuş ve bilinen ilk yayın gelirini İtalyan futbolunun önde gelen kulüpleri almıştır. Tabi, maçları yayınlanan kulüpler desek daha doğru olur.

Beynelmilel yahut kendi düzeyinde ihale yapılmadan kulüplere 1972 yılında toplamda bugünün parası ile 340 bin Euro verilmiş.

Maksadımız hesap makinalarını çıkarmak değil. Napoli'nin efsane başkanı Ferlaino bu lafı ederken yıl henüz 1968 ve ortada bırakın yayını, televizyonlar çok gelişmiş değil.

Bu lafın yarattığı akıbet, ertesi günkü gazetelerde görülüyor. Hükümet yanlısı gazeteler "Ferlaino daha az şampanya içerse oyuncuların parasını ödeyebilir" deniyor.

Ama bugün İtalya'da 600 milyon euro'luk yayın ihalesinin kararı verilirken bunun kaç adet şampanya edebileceği hesabı bizlere düşüyor.

Hesap makinesi kullanmak serbest; Ferlaino'ya saydırmak yasak.

Old Fashion Football Club Logos #4

Dip-not: Logo'nun yeni hali için fotoğrafa tıklamanız yeterli.

21 Ocak 2010 Perşembe

Lazio; 1997 - 2000

Bugün zirveyi zorlamayı bırakın, Avrupa Kupaları'na gitme mücadelesinin dahi içinde yer alamayan Lazio, 90'ların sonunda Avrupa'nın sayılı takımlarından birisi olmayı başarmıştı. Sven-Göran Eriksson yönetiminde kurduğu güçlü kadro ile yavaş yavaş çıtayı yükselten ve 2000 yılında kazandığı Seri A Şampiyonluğu ile zirveye ulaşan Lazio'nun o tarihten bu yana yaşadığı düşüş hem maddi anlamda hem de sportif başarı anlamında artarak devam ediyor.

1997 yılında takımın başına İsveçli teknik adam Erikkson'u getirdiğinde Lazio'nun elde ettiği son başarı, 1973/74 sezonunda elde ettiği Serie A şampiyonluğuydu. Erikkson geldiği ilk sezonda İtalya Kupası'nı Roma'ya getirerek yıllar süren kupa özlemine son vermişti Lazio taraftarının. Aynı yıl UEFA Kupası finalini de yakalayan takım finalde Inter'e 3-0 kaybetmiş ancak gelecek başarıların haberini de vermişti. 98/99 sezonu da Lazio için çok başarılı geçmiş, ligde Milan ile girdiği zirve mücadelesini 1 puan farkla kaybetse de, Kupa Galipleri Kupası finalinde Mallorca'yı Vieri ve Nedved'in golleri ile geçerek Avrupa'daki ilk kupasını kaldırmıştı. Şampiyonlar Ligi Şampiyonu Manchester United ile oynadığı Süper Kupa maçını da, maçın adamı da seçilen yeni transfer Veron'un harika oyunu ve Salas'ın golü ile 1-0 kazanarak sezona kupa ile moralli başlamışlardı.

Sezon sonunda Seri A'yı Juventus'un önünde 1 puan farkla şampiyon bitirerek 26 yıllık özleme son veren Başkent ekibi, İtalya Kupası zaferi ile sezonu duble yaparak kapatmış, İtalya Süper Kupası'nı da alarak 3 kupa ile taraftarlarına unutulmaz bir sezon yaşatmıştı. Sonraki sezon lig kupası yine başkentte kalmış ancak bu kez Capello'nun Roması şampiyon olmuştu. Ligi Şampiyon'un 6 puan gerisinde 3. bitiren Erikkson Lazio kariyerini noktalarken, Lazio'da başarılarla dopdolu geçen 3-4 sezonluk dilime nokta koyuyordu.

Eriksson'un görevde kaldığı 4 sezonda yaklaşık 270 milyon euroluk transfer harcaması yapan Lazio, Crespo, Vieri, Nedved, Almeyda, Veron, Salas, Couto, Mancini, Mihajlovic, Stankovic, Boksic, Conceicao, Nesta, Simeone gibi yıldızlarlarla tarihinin en başarılı dönemine imza atmasına rağmen, sonrasında yaşadığı maddi sıkıntılar nedeni ile bir daha eski günlerine dönüp zirve mücadelesi veremedi. 2003/2004 ve geçen sezon İtalya Kupası'nı kazanarak kupa sevinci yaşasalarda, asla 90'ların sonundaki takım olamadılar bir kez daha. Olmaları da pek mümkün gözükmüyor. En azından yakın gelecekte...

Yalnız Yıldız

Tarih 20 Ocak 1983. Rio De Janerio’da bir hastane, alkol koması teşhisiyle bir hasta gelir, hastanın üzerinde şunlar yazılıdır; Adı; Manoel Dos Santos. Milliyeti: Bilinmiyor. Aslında milliyeti bilinmeyen hasta Garrincha’dır ve asıl adı da Manuel Francisco dos Santos’dur.

Garincha aslında Brezilya’nın Mato Grosso bölgesinde bir kuşun adıdır, biri diğerinden 6 cm uzun olan ayağı, çarpık omurgası Manuel’in ismi bölgede “çirkin” olarak bilinen kuşla birlikte kutsanmış. Tekstil fabrikasında çalışırken top oynamaya başlamış arkasından da Botafogo’yla ilk profesyonel anlaşmasını yapmış.

Pele, Didi, Vava’nın olduğu milli takımda da oynayan Garrincha üç kez evlendi ve bilinen dokuz çocuğu dışında aslında 13 çocuğu vardı. Onun hayatını özetleyen Milton Alencar’ın Yalnız Yıldız ( Estrella Solitaria) filminde ise, Garrincha’nın 1962 Dünya kupası’ndaki maçları ve büyük aşkı Elsa’yla ilişkisi anlatılıyordu.

18 Ocak 2010 Pazartesi

Legia Warsaw 1955

Jules Rimet'in Gölgesinde

Fifa, kurum olarak, nezdinde bir yığın insan ve kurumun hak aradığı yer iken, bugün gelinen noktaya değin yine aynı şekilde insan ve kurumların bir dolu hakkını yemişliği vardır.

Afiyet olsun ile biten cümleler genellikle lokantalarda olur olmasına da, İşin mutfağı sözü de haybeden çıkmamıştır. Tıpkı Bugün Henri Delaunay'ın hikayesi gibi.

Henri Delaunay, Polonya asıllı Fransiz bir Yahudi vatandaşı olup Fifa'nın bugünlere gelmesinde çok emeği geçmiş bir insandır. Ama kaderi düzgün bir vizyona sahip olmasından mütevellit ona oyunlar oynamıştır. Ünlü Amerikan Buhranı öncesinde Avrupa'nın önde gelen insanları içerisinde, Avrupa ülkelerinin kendi aralarında düzgün bir mevsimde maç yaparak halihazırda gerilmiş siyasi ortamı yumuşatmak ve bu maddi kazançla futbol birliği kurmayı önermiştir. Nitekim kabul olunmuştur.

Ancak henüz belirttiğim gibi Amerika ekonomik buhranı birden çıkagelmiş, ve her ekonomik buhranın sonrası savaş ortamı oluşur tezi yine geçerliliğini korumuştur.

Hikaye, esasında burada bitiyor. Daha doğrusu Henri Delaunay'ın hikayesi burada sonlanıyor.

Çünkü daha iyi bir ekonomik güce sahip olan Jules Rimet, arkasına biri Alman diğeri Amerikan şirketini arkasına alarak ilk dünya kupasını hazırlıyor. İsmi de "Jules Rimet Kupası". Bir umuttur, bu işten para kazanılmak isteniyor, Fifa denen kurum da daha arz-ı endam etmemiş, kurulmasına daha yıllar var.

Uruguay bu kupayı düzenlemek istiyor. Olimpiyatlarda guruları sarsılmış bu ülke nitekim finalde Arjantin'i yenerek kupayı alıyor, ve ilk resmi olmayan Dünya kupasını evine götürüyordu. Peki ya Avrupa şampiyonası?

Jules Rimet çok zeki bir karakteri ve ikna edici üslubunu kullanarak ilk Avrupa şampiyonasının İtalya'da olmasını bizzat Mussolini'ye iletmiş, bir ay sonra Almanya'ya giderek yeni gelin kıvamındaki Hitler'e teklifini sunmuştur. Bugün bu olaylar üniversite sıralarında İktisadi bilimlerde okutulur ya, hoş görülmesi lazım. Çünkü müthiş bir pazarlama düsturu.

Sonrası malum, Dünya savaşı ve 12 yıl iptal olunan Jules Rimet kupaları.

Ama Fifa da kurulur, Henri Delaunaysız.

Pickles

14 Ocak 2010 Perşembe

Gladyatör

"Gol, top nerede olursa olsun, rakibi az adamla yakaladığın zaman, işte o zaman gelir..."
Metin Kurt, kimi sporseverlere göre aykırı, kimi sporseverlere göre anarşist, kimi sporseverlere göre de sosyalist bir futbolcudur.

1970-73 yıllarında üst üste üç kez şampiyon olan Galatasaray Futbol Takımı kadrosunun en iyi sporcularından biriydi. Milli futbol karşılaşmalarının günümüzdeki sıklığından uzak 70'li yıllarda, altı yıl aralıksız 26'sı A, 9'u Ümit ve 2'si de A Genç Milli Takım olmak üzere 37 kez milli formayı giymiştir.
Futbol oynadığı dönemde, futbolcuların haklarını almak ve korumak için söylediği, sendika sözcüğü ve sosyalist söylemler tehlikeli bulundu.

Futbolcu arkadaşlarını greve götürdüğü gerekçesiyle, hakları gasp edilerek Galatasaray Futbol Takımı'ndan uzaklaştırıldı. Anadolu'ya, Kayserispor'a adeta sürüldü. Ardından tüm futbol dünyası tarafından aforoz edildi. Bütün suçu, Avrupalı futbolcuların bugün kullandığı hakları bundan 30 yıl önce dile getirmesiydi.

Gladyatör; günümüz sporunun popüler dalı olan futbolun antik gladyatör oyunlarıyla özdeşlikleriyle, gerçekleri Milli futbolcu Metin Kurt'un sekiz yıllık spor yaşamından (1968-76) kesitler vererek anlatan bir kitaptır.
***
Yukarıdaki tanıtım yazısının üstüne bir cümle dahi yazmak abes olur. Gelgelelim, peyderpey kitaplaşmaya başlayan futbol tarihimizin kitapları ne yalan söyleyeyim çok kısırdır. Naif gözüken ama bir o kadar içi boş broşürlerden farklı değil malesef; yurtdışı muadillerine göre.

Lakin, Vecdi Çıracıoğlu, Metin Kurt'un kısa sayılabilecek futbol kariyerini olağanca güzel bir şekilde anlatmış. Gerçekten teşekkürü borç biliyorum. Bu ülkede futbol yayımcılığı adına güzel işler yapılabileceğinin kanıtını bir kez daha gördüm.

13 Ocak 2010 Çarşamba

Enstantane #27

Football Quotes #41

"Bizi henüz ölmeden cehenneme uygun gördükleri için teşekkür ediyorum. Ama ne var ki, Atletico Madrid takımı yıllardır Araf 'ta. Ne cenneti hakedecek kadar başarılı, ne de cehennemi hakedecek kadar gururlular*."

Javier Irureta

Real Sociedad için sezonun en önemli maçı gibi gözüken Atletico Madrid maçı öncesi Jesus Gil için "Namussuz adam" diyen Sociedad menajeri Javier Irrueta, başkanına bağlı olan Madridlilerin stadı Cehennem yerine çevirecek olmalarını sorgulayan basın muhabirine böyle cevap veriyor.

Gayet tabi, kıssadan hisseyi böylece bitirmekte fayda yok. Çünkü Irrueta'yı belediye işçisi iken kulübe sokan adam da Jesus Gil, kovan da. Nereden bakılsa 10 yıllık Atletico Madrid futbolculuk
kariyeri olan bu teknik adam, Barnabeu'da 11 yıllık Atletico hüsranına son vermiş adam da olsa, onu soyadından dolayı dönemin terörist grubuna(Eta) benzetmek sadece Jesus Gil'in işi olurdu.

Cevabını da almış zaten. Saygımız büyük.

* Ligin son üç maçında Atletico Madrid'in maçları satın aldığı iddiası üzerine Jesus Gil; "Madrid'in en gururlu insanı benim" demiş ve Irrueta gurur lafını bir ironi olarak aksetmiştir.

Old Fashioned Football Shirt Company; Derby County 1975

Kayıp Hikayeler; Boca Juniors

Resmi kayıtlara bakarsanız Boca Juniors’un kuruluş tarihi 3 Nisan 1905. Fakat bu tarihten iki gün önce bir pazar öğleden sonra Estaban Baglietto’nun evinde toplanan gençler Boca’nın kuruluşuna karar verdiler, dolayısıyla Boca’nın gayrı-resmi kuruluş tarihi 1 Nisan 1905. Takımın adı o gün İtalya’nın çocukları ve yıldızları olarak forma rengi de mor- beyaz (fotoğraf) olarak belirlendi ve kısa zaman sonra Boca’nın gençleri arasında ün kazanınca Boca Juniors oldu.

21 Nisan 1905’te ilk resmi maçları olan Moreno’ya karşı da o formayla sahaya çıkmışlardı. Fakat o günlerde Boca’nın İtalyan çocukları sokağa her çıktığında forma renkleri tartışılıyor ve ortaklaşa bir çözüm bulamıyorlardı. Çözüm, Boca limanında çalışan bir işçi olan Juan Brichetto’dan geldi. Brichetto, limanda demirli olan bir İsveç gemisinin ( geminin adı Drottning Sophia) bayrağını gösterdi ve Boca’nın renklerindeki sarı o bayraktan ilham aldı ve sonuçta 1913’te bugün bildiğimiz forma belirlendi.

Boca’yı biraz gezenler ya da hakkında anlatılanları duyanlar bilir; Boca, Buenos Aires’in merkezine yakın bir göçmen bölgesidir ve gemiden inen İtalyanlar tarafından kurulmuştur. Boca’da yaşayan bir sosyolog bana “Biz Arjantinliler gemiden inip buralara geldik, geminin nerden geldiği artık önemli değil artık bu kara parçasına ayak bastık” demişti.


10 Ocak 2010 Pazar

Old Fashion Football Club Logos #3

Dip-not: Logo'nun yeni hali için fotoğrafa tıklamanız yeterli.

9 Ocak 2010 Cumartesi

Kayıp Hikayeler; Yasin Özdenak

Yasin Özdenak'ın bilinen hikayesi Ağabeyi Gökmen Özdenak ve kardeşi Doğan Özdenak'ın hikayesi gibi keskin uçlarda, bilinen, klişe halini almış bir hikaye olmasa da, Galatasaray'da oynamış (hatta Türk futbolunda) üç kardeş hikayesinden daha da belirgin değildir. Teyit ister.

Bugün Gökmen Özdenak'a kardeşi Yasin'in hikayesini anlat desek, çoluk çoçuğu Amiga konsol'a alıştırdı, başka da hayrını göremedik minvalinde bir hikaye duyabiliriz, yadırganmamalı da. Ancak anlatacağım hikaye Turgay Şeren tarafından anlatıldığı için ben yine de olaya mesafe ile yaklaşıyorum; Turgay Şeren'in basın yönüne ve kişiliğine itimat eden biri değilimdir, belirtmek istiyorum.

Yasin Özdenak'ın kontratının bitimine yakın bir zaman kala Palermo Turgay Şeren'e Yasin'i sorar. Turgay Şeren gider o zamanki yöneticilerden Halim Bey ile görüşür. Halim bey, Yasin'e iki yıllık kontrat önerdiklerini, ama o kontrat önerisini sembolik olarak yaptıklarını belirtir. Çünkü Beşiktaş yazın Sırp kalecisini yollayarak Yasin ile anlaşacaktır. Halim Bey, Beşiktaş ile anlaştıklarını söylerek Turgay Şereni, dolayısı ile Palermo'yu geri çevirir. Turgay Şeren mahçup olduğu için gidip Can Bartu'ya durumu belirtir.

Can Bartu'nun aklına bir fikir gelir. Bu fikri Palermo heyetine de belirtir. O dönem ki kurallara göre oyuncu bonservisi belli bir fesih karşılğında oyuncunun başka bir ülkeye milli takım oyuncusu ise gidebilmesi yönündedir. Nitekim Palermo heyeti imzalanmış kağıdı Şeren'e yollar, sezon bitiminde oyuncuyu al gel, sana da belli bir komisyon veririz der(1).

Bir süre sonra Amerika'da yaşayan Ahmet İrtegün, Can Bartu'ya ulaşır ve New York Cosmos'a kaleci aradığını söyler. Can Bartu Turgay Şeren'e döner, Turgay Şeren Palermo'nun kağıdını alır yırtar, o dönem Amerika'nın enlü Türk'üne Yasin'in bonservisini verir.

Kısa bir süre sonra Beşiktaş ve Galatasaray kulübü bu haberi alır. Hatta bu transfer sonrası Yasin'in kendisi gibi kaleci olan kardeşi Doğan Özdenak bu olaydan ötürü Galatasaray'dan uzaklaştırılır, Eskişehir'e yollanır. Bu sürecin şöyle garip bir durumu vardır; Amerika transferinden henüz kaleci Yasin'in haberi yoktur(2). Hatta Tarabya'da bir İtalyanca kursunda dil bile öğrenmeye başlamıştır.

Ancak zamanı geldiğinde Amerika'ya giden Yasin Özdenak gerçeği öğrenir. Ahmet İrtegün New York Cosmos'un başkanıdır ve kaleci değil de, kaleci antrenörü olarak transfer edilmiştir Yasin Özdenak.

Yasin Özdenak, bir süre sonra Türkiye'ye gelmek ister. Milli takım şansını kaybetmiştir. Ancak sonraları Amerika'da kalarak kaleci antrenörlüğü yapar. Zaten en son Şenol Güneş'in Kore'de çalıştırdığı takımda kaleci antrenörüydü yanılmıyorsam.

Kimseyi zan altında bırakmak istemem ama bir futbolcunun kariyeri ile oynansa oynansa ancak böyle olurdu, olmuştur da. Ancak bu hikayeden sonra İstanbul'un üç büyükleri Şenol-Birol zamanına değin kendi aralarındaki transferleri birbirlerinin sözlerine değil de kasada kilitlenip anahtarı yutulan sözleşme kağıtlarına güvenir oldular..

(1) Turgay Şeren o çok anatılmayan River Plate kariyeri sonrası Galatasaray'da bir daha oynamam diyen biriyken Gala'ya tekrar dönünce Prag'dan teklif alıp Sami yen'de sabote ettiği maçları bu ülkede bir Hıncal Uluç bilir, ona da itimat edilmez.

(2) Bu olayın özünü Turgay Şeren yanılmıyorsam İngiltere'deki Avrupa şampiyonası öncesi Türkiye gazetesinde milli takımı değerlendirirken kaleci sorunu üzerine anlatmıştı. Bu hikayeyi kendi çarkına çevirerek farklı versiyonlarında da anlatmıştı sağolsun.

Bugün Yasin Özdenak'ı söz gelimi google'da arattığınızda onunla çok özdeşen "Vefasızlık" deyimi çıkıyorsa bunun mümessilidir çok sayın "Turgay Şeren"...

5 Ocak 2010 Salı

Leeds United F.C 1922-23

Herkes Manchester United’ı FA Cup’ta eleyen Leeds United’i konuşuyor. Leedsli oyuncular yerlerinin Manchester United gibi Premier Lig olduğunu düşünüyor. Oysaki İki takım 1922-23 futbol sezonunda ilk defa aynı ligde, ikinci ligde buluşmuşlardı. .

Bad and Ugly Ep13

Bruce Grobbelaar, taşıdığı birkaç etnik köken sayesinde buralara kadar gelmiş biri iken, onu efsane yapan kavramın etnik köken, trajedi haline dönüştüren kavramın ise bu etnik kökenden kaynaklanan kişilik bunalımları olduğu yadsınamaz.

Klasik 1974 Batı Almanya oyuncu prototipi halini almış bünyesini, Güney Afrika kanı ile birleştiren Grobbelaar, Liverpool'un 1980-1994 seneleri arasındaki "başarılıdan" çok, "efsaneleşmiş" kadronun belkide tek değişmeyen oyuncusu olduğu, onu, ve dolayısı ile futbolculuk kariyerini gözümüzde sağlamlaştırabilir.

Ancak ne var ki, o klasikleşmiş tabirle bir figürdür. Bugün aynı hareketlerle ünlü olan Dudek futbol kitaplarında yer alamadıysa, bu onun suçu değil; Ömer Üründül tabiri ile olgunlaşmış atakları elinde yumuşatan Bruce Grobbelaar sayesindedir.

Bruce Grobbelar değişen 92 kuşağı Liverpool'una hiç uyum sağlayamadı. Artık 1984 yılındaki finalde Liverpool'u ipten alma hikayesi yerini, taraftarla kavga eden, şike yapan, küfürbaz, uyumsuz hikayeleri aldı. Bugün, hala, yine aynı veteran futbolcu hikayeleri vardır dört bir yanda. Ancak Bruce Grobbelaar'ın durumu biraz farklı idi.

Onu efsane yapan etnik kimliğinin baskısı altında, soğuk İngiliz şakalarından olan " Güney Afrika, Güney Afrika'da mı?" sorusunu soran Ian Rush'a tabiri caizse gider yapmamıştır Bruce Grobbelaar, o gün oynanan Cardiff City maçını satmıştır. Parası güzel gelince kötü giden sezon boyunca tam 9 maçı kendi elleriyle vermiştir. Ve Liverpool kariyeri o noktada bitmiştir.

Sırf Hükümet yanlısı olmamak için Zimbabwe milli takımında oynamış, Ira'nın İngiltere üzerindeki baskısının yoğun olduğu günlerde İrlanda Tişörtü ile Merseyside'da dolaşmış biridir Grobbelaar.Ertesi sezon açılışı sırasında bıyığına pasta kreması değdiği için ona gülenleri ertesi gün hazırlık maçında üzmüş, artık geriden geriye emekliliği istenen bu adamın tek bir şart oluşmuştu. Ona emeklilik maçı düzenlenecek, ve Kenny Dalglish kaleye geçecekti.

Kabul olunmadı.

Zaten o noktadan sonra kimse yanına yaklaşıp "Bıyığında bir şeyler var ağabey, ayran mı içtin?" diyemedi.

Sessiz sedasız Liverpool'dan ayrılıp 13 senede 16 kulüp değiştirdi.